Selahattin Esim

Selahattin Esim

Fatih semtindeki Madalyon yazlık sineması

| 1 Comment

İstanbul’da doğup çocukluğumu geçirdiğim Fatih semtinin gönlümde ayrı bir yeri vardır.
Eski Fatihlilerin anılarını deşecek internette gezinirken bulduğum ve Akın Kurtoğlu tarafından kaleme alınmış bu yazıyı sizlerle paylaşmak istiyor ve kendisine bu güzel yazı için teşekkür ediyorum, o çekirdek çitip saat dokuzdan sonra aniden serinleyen İstanbul havasında hırka giyip film seyredenlerden biride bendim….

“Uzun yıllar evvel, Fatih’te (Yavuzselim-Malta arasında) “Madalyon” sineması vardı. Bu, açık (yazlık) bir sinemaydı. Bir tarafı Fevzipaşa Caddesi’ne, diğer tarafı da Malta Çarşısı’na sırt verirdi. Yazları Mayıs ayında sezonu açılır, sonbaharda okulların açılmasıyla kapanırdı. Yıl içinde ortalama dört-beş ay kadar hizmet verirdi. Kışın da açık otopark olarak kullanılırdı. Genellikle aileler tarafından çok revaçta olup, bilhassa 21:00’deki gösterim hıncahınç dolardı.

Hakikaten de şimdilerde, o yıllardaki bu uygulamaları göremeyen jenerasyona yazılı basında sürekli olarak anlatıldığı üzre, tahtadan eğri-büğrü iskemleleri mevcuttu ve bu iskemleler aynı hizada olmaları için, arka ayaklarından uzun ve ince kalaslarla birbirlerine raptedilmişlerdi. Sıranın sol başında ayağını iskemlesine çarpan bir seyircinin bu titreşimi, sıranın diğer ucuna kadar sirayet ederdi. Bu sandalyeler renk renktiler (Tıpkı o yıllarda İstanbul’un muhtelif semtlerinde sıklıkla rastlanan, salaş ama bir o kadar da kafa dinlendiren naif çay bahçelerinde olduğu gibi: Cihangir, Hisar, Salacak, Sarayburnu, Şişhane, Bomonti, Yenikapı, Emirgân, Beşiktaş Barbaros, Göksu…). Kırmızı, mavi, sarı, beyaz, turuncu, yeşil renklerde karışık olarak bahçede sıralanmıştı sandalyeler…

Akşamları evde yemek alelacele yenildikten sonra çabucak yola koyulunur ve 10 dakika mesafedeki sinemaya giden yokuş tırmanılırdı. Sinemada çekirdek fiyatı biraz pahalı olduğundan, yol üzerindeki kuruyemişçiden kabak çekirdeği ve ayçiçeği birbirine karıştırılarak 250 gram kadar alınırdı. Valide hanım sakız leblebisini sevdiği için, rahmetli bebâm ondan da 100 gram kadar alırdı. Giriş kapısı yan sokak tarafındaydı. Burada beton-ahşap karışımı eğreti ve ayaküstü bir gişeden biletler tedarik edilerek, filmin oynatılacağı bahçe tarafına geçilirdi. Oldukça büyük bir duvar bembeyaz badana ile boyanmıştı. Etrafına, çepeçevre renkli ampuller ve floresanlar monte edilmişti. Duvarın altında da uzunlamasına “Dyo”, “Güney Sanayi”, “Ak-Fil”, “Olimpos Gazozu içiniz”, “Eti Bisküvileri”, “Anadol” gibi rengârenk reklâm panoları asılıydı…

Herkes yerine geçer, sabırsızca badanalı duvara bakarak bir an evvel vaktin gelmesini beklerdi. Bir süre sonra bütün renkli floresanlar söndürülür ve duvara filmin jeneriği aksederdi. Saat akşamın dokuzu olduğu için, filmin ilk on-onbeş dakikası alacakaranlıkta dönerdi. Görüntüler hafif flu olurdu. Saat dokuzbuçuğa yaklaşınca, etrafa gecenin karanlığı artık tamamen çöker, film rengârenk ve net bir şekilde akar olur, seyir güzelleşirdi…

Gösterdikleri filmler de, yerli-yabancı karışık olurdu. Valide hanım yerli filmleri görmek isterken, rahmetli babam yabancı filmlere ilgi duyardı. Benim içinse hiç farketmezdi. Yerli-yabancı… Önemli olan film seyredebilmek… Haftasonları ise Cuma ve Cumartesi geceleri iki film ardarda verilir, buna paralel olarak bilet fiyatları da biraz daha artar, gece bitiş saati de yarıma sarkardı…

Antrakt olduğu zaman derinlerden bir gong sesi duyulurdu. Işıklar yeniden yakılırdı. Hemen herkes Malta tarafındaki tuvaletlere koşuştururdu. 10 dakika içinde ifrazat meseleleri halledilir, yeniden salona (daha doğrusu avluya) dönülürdü. O yılların gözde sinema yiyeceği; “Alaska” ve “Frigo” adlı parlak metalik ambalâj kâğıtlarına sarılı tatlılardı. Muhakkak birer tane aldırtırdım. Valide hanım bunlardan almamızı her ne kadar istemese de, yine de allem edip kallem edip bunlardan aldırmanın yolunu bulmak hiç de zor değildi: Kısa süreli bir surat asma ve ağlama triplerine girme… Beşinci dakikanın sonunda elimde Alaska ve Frigo’lardan birer numuneyi tutar halde keyifle sağıma soluma bakınmaya devam ederdim.

Film sırasında çekirdek yemek yasaktı ama, yine de akış esnasındaki kısa süreli sessizlik anlarında, yoğun bir çıtırtı sesi hissedilirdi. Ayrıca film sırasında cıgara içmek de serbestti Dudak üstü çizgi şeklindeki ince bıyıklarıyla aile reislerinin ellerinde tütünleri, onlar da kendilerine göre ânın keyfini çıkartırlardı.

Her filmde muhakkak en az bir-iki defa film kopardı. Daha doğrusu ruloların akışında bir düzensizlik olur ve şeritler boşa sarmaya başlardı. Badanalı sahne duvarına akseden görüntüde önce sesler gider, ardından görüntü kayar, şekiller yan taraftaki apartmanın duvarına doğru meyleder, sonra da film tamamen dururdu. Derhal floresanlar yakılırdı. Film göstericisi, bahçenin en arkasındaki yüksekçe ve briketle çevrili kulübesinde saran ya da kopan filmi telâşla tamir etmeye uğraşır, ama bu gecikme uzadıkça seyirciler (adeta, içten gelen haince bir zevkle ); “Makiniiiisttt!… Seeessss… Uyumaaa!…” nidalarıyla etrafı velveleye verirler, bu seslere sürekli ve yoğun ıslıklamalar karışır, garibim makinistin eli ayağına daha bir dolanırdı. Neden sonra film kaldığı yerden devam etmeye başlar, sesler kesilir, bu durumu seyircilerin bir kısmı alkışla taltif ederlerdi.

Ailelerde yeni serpilen genç kızlar varsa, bunlar genellikle anne-babalarının tam arasına oturtulur, yanlarına yabancı birilerinin oturmasına böylelikle set çekilirdi. Yine de o yılların yırtık delikanlıları ne yapar ederler, bu kızlardan gözlerine kestirdiklerini kaş-göz işaretleriyle antraktta büfenin olduğu tarafa gelmeleri konusunda iknaya çalışırlardı. Vukubulan bu gizli kapaklı ve üstü örtülü haberleşmeler, göz kırpmalar, ailenin babası tarafından farkedildiğinde ise (-ki, çoğunlukla farkedilirdi) ortam biraz gerilir, kız hafif yollu azarlanır, heyecanlı delikanlıya ise ters bakışlar fırlatılırdı… Ama o yılların gençleri şimdilerde kimi zaman rastladığımız o meşhur arsız-yüzsüz, sonradan kente gelen densiz, terbiyesiz ve cühelâ takımından olmadıkları için mesele uzatılmaz, konu çabucak kapanırdı…

İkinci kısımda hava biraz serinler, yaz günü geceleri olmasına rağmen (o yıllarda İstanbul’da yaz akşamları da nisbeten serin olurdu, şimdiki gibi fırın kapağı açılmış gibi bunaltıcı bir hava hissedilmezdi), kadın ve çocuklar hırkalarını giyerlerdi. Çocukların yarısından fazlası zaten ebeveynlerinin kucakları dibinde ilk uykularına dalarlar, ilk saatteki o yoğun çocuk uğultusu nisbeten hafiflerdi. Ebeveynler daha bir rahat şekilde filmin sonunu takip edebilme şansına sahip olurlardı.

Avluya bakan kısımda; bahçe tarafları, dolayısıyla balkonları dönük olan evlerde de ışıklar söndürülmüş olur ve o konutlarda ikamet edenlerin ailecek balkonlara iskemlelerini atarak, filmi takip ettikleri görülürdü. Her gece her gece aynı filmi seyretmek sıkmıyordu demek ki onları. Öyle ya, televizyon mu var sanki evlerde?… Boş boş oturacaklarına kimbilir kaçıncı kez aynı sahneleri seyrediyor olurlardı. Belki de evlerine gece gelen misafirlerine bu şekilde bir ikram için, aynı filme tekrardan katlanıyorlardı kimi zamanlar…

Film gece 11 civarı sona erip de dışarı çıkılırken, bir sonraki filmin afişlerine kısaca göz atılır ve gidilip gidilmeyeceği konusunda ayaküstü karar alınır, gün belirlenirdi.

1970’lerin İstanbul’unda film seyretmek bile, paralı ve biraz uğraşılarak ulaşılabilinen bir zevkti. Şimdiki jenerasyon, zahmet çekmeden onlarca filmi kumanda düğmesinin marifetiyle odalarının başköşelerine getiriyorlar. Bundan ötürü daha mı şanslılar acaba, yoksa o yıllarda haftada bir-iki defa yaşanılan ve ailecek gerçekleştirilen bu törensel zevkten mahrum kaldıkları için bizlere göre daha mı şanssız sayılırlar? Bilinmez… Şahsen, kendi adıma düşündüğümde ben çok memnunum o günlerde yaz geceleri hep birlikte film seyrettiğimiz için… İyi ki de vakt-i zamanında ailecek bu tarz basit etkinliklerin kenarından-köşesinden faidelenmişiz. Şimdi geriye dönüp de baktığımızda, gönlümüzü titreten güzel anıların oluşmasına vesile olmuşlar… ”

One Comment

  1. Yazılarınızı büyük beğeniyle okudum.

Metin Yılmaz için bir cevap yazın Cevabı iptal et

Required fields are marked *.