Selahattin Esim

Selahattin Esim

Prof.Dr. Nevzat Yalçıntaş Hocamız ve ” Türkiye’yi Yükselten Yıllar” kitabı

| 0 comments

Saygıdeğer Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş Hocamızın yeni yayınlanmış olan “Türkiye’yi Yükselten Yıllar” kitabını değerli Kardeşim Mehmet Yalçıntaş bana hediye edince hemen okumaya koyuldum. Sayın Hocamızın bir bibliyografisi gibi çocukluk yıllarından başlayıp bugüne kadar gelen anılarını, ülke sorunları hakkında teşhislerini ve siyasi tecrübelerini aktardığı akıcı üslupla yazılmış bir kitap olduğundan sizi sürükleyen bir içeriğe sahip ve kolay okunuyor.

Sayın Hocamın hafızasında uzun yıllar birikmiş kim bilir ne hatıralar vardır diye merakla kitabı okumaya başlayınca akıcı bir hızla 118. sayfaya kadar geldim ve orada durdum. Çünkü bu sayfada Türkiye’nin çok önemli ve bence halen halledilememiş bir sorunu ile ilgili bir anısı ve doğru bir saptaması vardı. Devlet memurlarının bulundukları mevkilere topluma hizmet vermek için alındıklarını ve yetiştirildiklerini unutup vatandaşa yukarıdan bakan, tahakküm edici ve ezici tavrı aradan yıllar geçmesine rağmen halen bir amansız hastalık gibi peşimizi bırakmıyor. Ne yazık ki kadrolar ne kadar değişirse değişsin devlet tarafına geçen insanlar birdenbire kendilerini devletin sahibi görme hastalığına tutulup topluma zulmetmeye meylediyorlar. Halbuki bu toplum kendisine daha iyi hizmet verilsin diye vergi veriyor ve vatandaşlık görevlerini yerine getiriyor. Devlet kurumlarına atanan üst düzey bürokratlar birden bire iş dünyasına olumsuz bir bakış açısına sahip oluyorlar. Bizdeki anlayış hep devletin ezici gücünün hissettirilmesi yönünde. İş dünyasına verilen hizmet büyük bir lütuf gibi görülüyor.


Sayın Hocamın maneviyat ehli olan insanlara saygısını ve hürmetini birçok kez yakından müşahede ettiğim için samimiyetinden hiç şüphe etmemişimdir. Devlet için birçok kez karşılık beklemeden hizmet ettiğini anlattığı kitabında maneviyatının çok önemli bir rol oynadığını aşağıdaki anekdotlarda rahatlıkla görebilirsiniz. Maalesef siyasetin iki yüzlü olduğunu hayatında en çok üzüldüğü olay olan Cumhurbaşkanlığı seçimiyle anlatmaya çalışmış. Bu seçimlerde karşılaştığı en yakınındaki insanların vefasızlığı bizlerin birçok kez müşahede ettiği ve yabancı olmadığımız bir durumun tezahürüdür. Bu millete hizmet aşkı ile yola çıkmış birçok maneviyatı kuvvetli,dürüst ve ahlaklı vatan evladı maalesef bu gibi durumlarla karşılaşıp gerçekten üzülmüş ve küstürülmüştür.

Burt Lancester’in başrol oynadığı yönetmen Luchino  Visconti tarafından çekilen İl Gattopardo (Leopar) adlı filminde Prince Don Fabrizio Salina adlı bir asil aristokratı canlandırıyordu. Bu asil aristokrata yapılan İtalyan devriminden sonra yeni kurulacak parlamentoda yer alma teklifini reddettiği sahne unutulmaz bir klasiktir. Bu teklifi Prince Don Fabrizio ülkede aslanların döneminin bittiğini ve ortalığın çakallara kaldığını belirtip reddeder ve yeni kurulan parlamentoda yer almak istemez. Bu sahneden inanılmaz etkilenmiştim. Her dönemde bu tür olaylar demek ki oluyor, ülkemize has değil.

Sayın Hocamın Paris’te okumaya giderken yolculuk yaptığı Şark Ekspresine bende öğrencilik yıllarımda 1982 yılında bir kez merakımı gidermek için Avrupa’ya trenle yolculuk yapmıştım. İstanbul-Amsterdam yolculuğu için tren yolculuğu yapmaya kardeşimle karar verip biletlerimizi alıp yola koyulmuştuk. Kitabı okurken sanki bende aynı yolculuğu yapıyormuş gibi bir hisse kapıldım. Yavaş giden ve bitmeyecekmiş gibi gözüken ve üç gün süren bir yolculuktu. O zamanlarda gerçek  Avrupa Avusturya’dan sonra başlıyordu ve bu ülkeye girince kendimizi ancak güvende hissetmiştik, macera dolu aynen Nevzat Hocam gibi zamanın Yugoslavya’sında hiç unutamayacağım hırsızlar tarafından soyulmak gibi bazı tehlikeli anıları da yaşadığım bir yolculuk olmuştu.

Fransa’da yaşadığı tecrübeler ve Paris’e tahsil için giden öğrencileri cezbedecek birçok çekici yönünün olması gerçekten oraya tahsil için giden kişilerin önünde önemli bir engel teşkil ediyor. Bunu doğru bir teşhis olduğunu bende onaylıyorum. Hollanda’da ufak bir köyde koyu Protestan olan  insanların ağırlıklı olarak yaşadığı bir ortamın sadeliğinin verdiği enerji ile ağır bir eğitimi başarı ile bitirmiştim. Hayatınızda kendinize yurt dışında tahsil yapmayı hedef  olarak koyduysanız onu elde etmenin tek yolu disiplinli çalışmaktır. Sayın Hocamın Paris’ten Caen şehrine tahsil için taşınması gerçekten hayati bir karar olmuş ve bence bugün bile geçerliliğini koruyan bir durumdur. Gençlerin bundan ders almaları gerekir. Birçok gencimiz yurt dışında okumanın kolay olduğunu düşünerek büyük bir yanılgıya düşüyor. Sayın Hocamın kitabında gençlere çok önemli mesajlar veren bu bölümü okumalarını öneririm. Bizler belli bir sisteme ve disipline sahip ülkelere gidip önemli başarılar elde edebiliyoruz. Benim Avrupa’da öğretim süresi dahil geçirdiğim 12 yıl içerisinde gördüğüm tek fark konsantrasyon ve disiplin olmuştur. Bu ülkelerde işe odaklanmak ve konsantre olabilmek için her şey müsait, altyapı mevcut. Bizde ise halen oturmuş bir sistem olmadığı için insanların kafasını lüzumsuz yere meşgul eden birçok basit sorunları var. Oğlumun okuduğu okulda iki ay önce verilen bir seminerde yurtdışına giden öğrencilerin üçte ikisinin bir yıl sonra geri döndüğünün belirtilmesi yukarıdaki satırlarda belirtilen durumun bir nevi istatistiki olarak onayıdır.

Aşağıda kitabın bazı önemli bölümlerinden aldığım notları size aktarmak istiyorum.

“Kanunları uygulayacak kadroların yaklaşımının başarıyı veya başarısızlığı getirir. İyi kanunlar onu uygulamaya niyetli olmayan kadroların elinde maskaraya dönüşür, kötü kanunlar ise iyi niyetli ve bir şekilde çözüm üreten kadroların elinde uygulanabilir olup başarıya dönüşür….”

Rahmetli Turgut Özal’ın parti kurma niyetinin oluştuğu dönemlerde  yanına almaması gereken ve sonradan ona büyük sorunlar çıkartıp zarar veren kişiler hakkında Sayın Hocam’ın uyarı yapması ve siyasete girmemesi ise ancak ilmi açıdan erdeme ulaşmış kişilerin ortaya koyabileceği bir tavırdır. Bugün Türkiye Siyasi tarihine vizyoner bir kişi olarak geçmiş olan Rahmetli Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ın zehirlenmesi olayını tartışıyor olmamız ne kadar manidar ve üzücü bir durum, kitapta o döneme ait ilginç anekdotlar dolu. Gerçekten tarihe not düşülmüş.

İslam Kalkınma Bankasında çalışma döneminde zemzem suyunun kaybolma tehlikesinin çözümünde katkılarının olması, kesilen kurbanların dondurulup hijyenik bir ortamda az gelişmiş ülkelere nakledilmesi projesindeki katkıları manevi tadı çok yüksek olan hizmetler olarak göze çarpıyor. İyi niyetle ve ihlasla yapılan bir çalışmada Yüce Rab gerçekten kullarını koruyor ve önünü açıyor bunun başka akıl yolu ile açıklanacak bir tarafı yok. Akıl, maneviyat ve yürek üçgeninde en çok neyi istiyorsanız o bir şekilde size geliyor.

Sayın Hocamla ve çok değer verdiğini bildiğim iki oğlu ile benimde hayatımda birkaç kez yolum kesişti. 1994 yılında MÜSİAD olarak düzenlemiş olduğumuz Türkiye Gönüllü Teşekküler Vakfının kuruluşuna vesile olan 19 Kasım 1994 yılındaki 5. istişare kongresinde 21. yüzyılda Türkiye’nin Hedefleri başlıklı rapora Sayın Hocamdan ” Türkiye’nin Milli Bütünlüğünü Etkileyen Unsurlar” başlıklı bir tebliğ hazırlamasını rica etmiştik. Aşağıda bağlantısını verdiğim  bu raporu okuyup bugün bile geçerli olan bir vizyonu yansıttığını müşahede edebilirsiniz.

21 Yüzyılda Türkiye’nin Hedefleri

Sayın Cumhurbaşkanımızla 2009 yılında yapmış olduğumuz Suudi Arabistan  gezisinde Cumhurbaşkanımız,Bakanlar ve İTO Başkanı Dr. Murat Yalçıntaş kardeşiminde içinde bulunduğu kısıtlı bir heyet ile Kabe’nin içinde namaz kılmak nasip oldu. Bir ara nasıl olduysa tavaf sırasında nöbetçilerin sardığı çemberin dışına düşünce Murat kardeşimin ” Hüvve Minne” diye bağırması sonucu tekrar çemberin içine alınmış olmam inanılmaz bir hatıra olarak her zaman gönlümde yer alacaktır. O ortamda tavaf yapan Sayın Ahmet Davutoğlu, Sayın Binali Yıldırım gibi Bakanların bile Kabe’nin içine muhafızlar tarafından sokulmak istenmemesi oradaki kargaşayı anlatmaya yeterlidir.

Değerli Kardeşim Mehmet Yalçıntaş 2010-2011 döneminde Müsiad  Yönetim Kurulu Üyeliği ve Araştırmalar Komisyonu Başkanlığı yaptığımda Başkan Yardımcılığımı yaptı. Kendisine tüm tecrübelerimizden bir demet sunmayı başarabildiğimizi zannediyorum. Bu dönemde inanılmaz bir hızla bir dönemde dört araştırma raporunu nasıl sığdırabildiğimizi bazen konuştuğumuzda yad ediyoruz. İhlaslı, maneviyatı güçlü, saygılı, memleket sevgisi yüksek,tarihini bilen bir kardeşimizin Sayın Hocamın ocağından çıkması kitabında belirttiği değerlere gerçekten bağlı olduğunun en önemli göstergesidir.

Sayın Hocamın bürokraside yaşadıkları konusunda günümüze ışık tutan en önemli tecrübesini burada aktarmak istiyorum.  Büyük hamlelerin normal bürokrasi akışı içerisinde gerçekleştirilemeyecek bir dinamizm gerektirdiği tespiti çok doğru. Ayrıca bürokraside yukarı doğru düzenli bir şekilde terfi ederek gelmiş kadrolara hiç alışık olmadıkları tempoda ve sorumlulukta iş buyurmak onları gereğinden fazla zorlamak anlamına geldiği için adil de sayılmaz. Halbuki özel sektörden atanan bürokratların her zaman dönecekleri bir işleri olduğundan daha fazla risk alacakları ve serbest hareket edecekleri tespiti ülkenin önünü açacak olan Başkanlık sisteminin ipuçlarını veriyor. Başkanlık sisteminde konusunun uzmanı olan liyakat sahibi bir kişi siyaset ve bürokrasi çarkının içine atılmadan ülkenin önünü açabilecek hızda çözümler üretebilir. Bu konuda mevcut kadroların uzmanlıklarıda en verimli şekilde kullanılmış olur. Bu tespit ülkenin önünün inanılmaz derecede açılmasını sağlayacak bir çözümü de içermektedir

Sayın Hocamın kitabın birçok yerinde belirttiği gibi yurtdışı görevlendirmelerde hep kendi cebinden verilen 20 dolarlık harcırahların çok üstündeki masrafları karşıladığını belirtmesi gerçekten memlekete hizmet aşkı ile yapılan bazı görevlerin böyle fedakarlıklar gerektirdiğini göstermesi açısından çok önemli bir hatıra. Sayın Hocamın deyişi ile bu işler para ve pul için yapılacak işler olmayıp, öyle olursa bir bereketinin kalmayacağını söylemesi gerçekten kritik noktalarda görevlendirilecek kişilerin bu anlayışa sahip olması gerektiğini gösteriyor. Böyle görevlere atanacak kişilerin karakterlerinin sağlam olması, hayattaki ideallerinin ülkeye hizmet olması, geçim ve para meselelerinin çok gerilerde kalmış olması gerektiğini belirtmesi yine günümüzde dahi geçerli olan çok doğru bir tespit.

Türk Yargı sisteminin elden geçirilmeye ve evrensel ölçütlere göre bağımsız ve tarafsız kararlar verebilecek sağlıklı bir yapıya kavuşturulmaya muhtaç durumda olması gerçekten günlük yaşamda sürekli karşılaştığımız bir yaraya parmak basar mahiyette.

Sayın Hocamın Tataristan,Kazakistan,Azerbeycan,Türkmenistan ülkelerine yapmış olduğu hizmetler gerçekten kitabı okuyunca okuyanları şaşırtacaktır. Özellikle Azerbeycan’da Anayasa düzenlenirken ana dilin önce Türkçe olarak belirlendiğini ve sonra Azerice olarak değiştirildiğini öğrenmek gerçekten çok üzücü. Bu durumda bizim konuştuğumuz Türkçe dili sanki Azerice’nin bir lehçesi olmuş oluyor. Türk dünyasının uzun yıllar kimliklerinin yok edilmesi ile inanılmaz bir şekilde maneviyatları sayesinde nasıl savaşıp ayakta kalabildiklerini kitapta çok çarpıcı satırlarda  okumak insanın gerçekten yüreğini sızlatacak nitelikte ben bazen gözyaşlarımı tutamadım. Sayın Hocamın özel bir değer verdiği Kırım Tatar Milli Meclisi Başkanı Cemil Kırımlıoğlu ile Türkiye’ye geldiklerinde yaptığımız temaslarımızda bizlerde aynı müşahedelerde bulunmuş ve bu insanların onurlarıyla ve maneviyatlarıyla insanlık dışı zulümlere nasıl dayanıp ayakta kalabildiklerine akıl sır erdirememiştik. Kitapta bu dönemlere ait çok önemli anekdotlar yıllar sonra o zamanlar bilmediğimiz bir çok yöne ışık tutmuş.

 

Rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın gerçekten yüreğinde maneviyatı çok güçlü bir insan olduğunu biliyorduk fakat Bahauddin Şah-ı Nakşibend Hazretlerinin türbesini ziyaretlerinin tüm detaylarını okuyunca ben çok duygulandım. Rahmetli Turgut Özal’ın 1993 yılının Nisan ayında, vefatından birkaç gün önce gittiği Özbekistan’da Şahı Nakşibendi hazretlerinin kabrini de ziyaret etmiş ve mezarından toprak aldırtmış ve bu toprağın vefatından sonra kendi mezarına dökülmesini vasiyet etmişti. Türbenin ziyareti esnasında namaz kılarken hıçkırarak ağladığını ilk defa kitapta okudum ve bu hüzünlü buluşmanın aslında bir “vuslat”  olduğunu o satırları okuyunca idrak ettim.

Özellikle Bahauddin Nakşibend Hazretlerinin vasiyetinin kendi mezarının ziyaret edilmeden önce annesinin mezarını ziyaret edilmesi olduğunu bende kitaptan öğrendim. Gerçekten annelerimize ne kadar değer versek az olduğunun bir göstergesi. “Cennet annelerin ayaklarının altındadır” mealindeki hadis bu mübarek zatın vasiyetinde sanki bir sır gibi saklanmış. Artık toplumda annelerin  yalnız ve gittikçe dışlanarak merhametten uzak bir sosyal yaşama itildiğini görmek gerçekten çok üzücü. Bir hayır kurumu ile yaptığımız ziyaretlerde bunun büyük bir travma olduğunu müşahede etmiş ve birkaç gün kendimize gelememiştik. Allah anne ve babasına sahip çıkacak nesiller yetiştirmeyi hepimize nasip etsin.

“Toplumumuz çok uzun yıllardan beri kültür ve davranış kalıplarını dini ve ahlaki yüksek prensipleri esas alarak oluşturan ve nesillerini bu anlayış ve kültür kalıplarıyla yetiştiren bir toplum olmaktan çoktan çıkmıştır. Bu olumsuz değişimin neticesi olarak insanlarımızı motive eden temel hedefler artık son derece maddi ve çıkara dayalı hedeflerdir. Artık ekonomik alanda optimum kar, en yüksek kar,en yüksek ücret,en yüksek maaş siyasi hayatta ise en yüksek makam, en paralı makam, en etkili makam istenir olmuştur. Maalesef toplumumuzdaki kıymet hükümleri, gösterişe dayalı hal ve davranışlara göre tesbit edilir olmuştur….”

“Zulüm ile abat olunmaz. Haksızlık yaparsanız,mutlaka karşılığını görürsünüz. İncitirseniz, incinirsiniz. Tam tersine, adaletle abat olursunuz. Halkınızı severseniz, halk tarafından sevilirsiniz. Milletinize yaslanırsanız, milletiniz de sizi bağrına basar….”

Siyaset, ülkeye,millete hizmet etme sanatıdır.Bu sanat her kademesinde samimiyet gerektirir. Tertemiz duygular ve etkili gayretlerle yürütülen siyasi faaliyetler kutsi bir mahiyet kazanır,insan ruhunu yükseltir. Kısır çekişmeler, inatlaşmalar,makam ihtirası, ağır ve hırçın üslup ise ruhları küçültür ve karartır. Bu menfi davranışlardan ülke de millet de zarar görür. Bu itibarla, bu tür olumsuzluklara düşmeden ülkeme,milletime  siyaset yoluyla da hizmet etmeye çalıştım. Takdir milletimindir. Cenab-ı Hakk milletimizi her iki cihanda da aziz etsin....”

Sayın Hocamın bu veda satırları anlayana birçok mesajları veriyor. S iyaset arenasında yaşadıkları burada anlatamayacağım kadar uzun. Ben kitabı zevkle okudum ve sürekli olarak geçmişten geleceğe bir ışık tuttuğunu hissedip birçok not aldım. Şu kadar kısa süren bir yazıda bile ülkemizin halen çözülmemiş sorunlarının iz düşümlerini bulacağınızı ümit ediyorum.

Güzel insanların kalbi muhakkak temiz bir maneviyattan beslenir ve akıl dediğimiz şeyde danıştığı zaman bu iki güzel kaynaktan beslenen fikirler ile güzel hizmetler üretir.

Sayın Hocama uzun ve sağlıklı bir ömür diler, ülkeye vermiş olduğu bildiğimiz ve bilmediğimiz tüm hizmetleri için tekrar teşekkür ederim.

 

Bir Cevap Yazın

Required fields are marked *.