Selahattin Esim

Selahattin Esim

Asil ve Güzel İnsan

| 1 Comment

Geçen bayram “Asil ve Güzel İnsan” diye başlayan bir tebrik maili almıştım. Bu başlık beni derin bir düşünceye sevk etmişti. Her mesajı alana insanının aslını hatırlatan ve düşünceye sevk eden derin bir içeriğe sahipti. İnsanı hayvanlardan ayıran en büyük özellik şerefli bir mahlukat olarak yaratılmış olmasıydı. Böyle bir başlık ile mesaj insana kendi fabrika ayarlarından ne kadar saptığını hatırlatır mahiyette olduğu için üzerinde durmaya değer. Teknolojide “Setup” dediğimiz fabrika ayarları cihazlarda bir bozukluk olduğu zaman cihazın üretilirken tanımlanmış konumuna geri dönüşünü ve en azından amacına uygun en basit şekliyle çalışmasını sağlayan bir seçenektir.

Peki gerçekten çağımızın insanı yaradılış amacından ve kendisine verilen üstün özelliklerden gittikçe sapıyor mu? Gittikçe yozlaşan insani ilişkiler, her şeyde maddiyatın ön plana çıkması, yolsuzlukların artık günlük hayatta doğal bir süreç gibi algılanması,  ülkenin geleceği için atılan her olumlu adımda basiretsiz muhalefet yapmak, kültürümüzde hep eleştirilen vahşi kapitalizmin çok üst düzeyde daha önce eleştirenler tarafından uygulanması sayabileceğimiz birkaç örnektir. Asil ve Güzel İnsan olmamızı sağlayan özelliklerimizi terk ettikçe daha çok hayvani duygularla hareket eden insanlara dönüşmüyor muyuz?. Düşman olarak algıladığımız insanlara karşı verdiğimiz mücadeleyi kendi aramızda yapılan haksızlıklara, hukuk ihlallerine karşı vermiyoruz. Başkasına yapılan haksızlıklarda doğrunun yanında durabilme erdemini gösteremiyoruz. Yanlış olduğunu bile bile mevkimizi korumak uğruna haksızlıklara sessiz kalmıyor muyuz?. Ömrümde bu şerefli duruşu sergileyip toplumda elde etmiş olduğu bir şeyleri kaybetmemek uğruna haksızlığa uğrayanın yanında duramayan bir çok insan gördüm. Bir çokları içlerinde var olan “Asil ve Güzel İnsanın”  sesine kulak asmayıp tüm hayatları boyunca bunun vicdan muhakemesi ile baş başa kalmayı tercih etmişlerdi ve ediyorlar.

Akıl, maneviyat ve kalp üçgeninde uyum kurmak çok önemlidir. Birçok doktora göre bir kas parçası olan kalp aslında verdiğimiz kararlarda  beynin danıştığı maslahat merkezidir. Kalbi maneviyat ile beslenen bir insan, aklın tıkandığı ve danıştığı noktada doğru maslahat yapar. Aklın ve mantığın kullandığımız arabalarda sürat göstergesinde olduğu gibi bir  limiti vardır. O hıza yaklaştığınızda arabayı çok uzun süre üstün performans göstermesi gereken üst limit hızında sürerseniz motoru yakma ihtimaliniz yüksektir. Süper bilgisayarlarla yarışabilen beynimizin ürettiği akılda bir limite sahiptir. Bu limite yaklaştığında önemli kararları verirken kalbe danışır. Bazen kötü insanları tanımlarken kalpsiz, katı bir kalbi var denmesi tesadüf değildir. Asil ve güzel insan kalbini maneviyattan besler, kalbin cilasını bilir, kalbi pas tutmaz. Yüksek maneviyattan beslenen o kalp kendisine danışan akıla doğru yolu gösterir. Birisine bir kötülük yapacaksa kalbi affet, hoş gör, tevazu ile yaklaş der. Ama o kalp boş ise kır, dök, hıncını al, tek iyi insan sen misin boş ver der.

Toplumda bir şekilde maddi varlığa  kavuşan veya yüksek mevkilere gelen insanların her konuda daha iyi oldukları farz ediliyor. İnsana değilde paraya saygı gösteriliyor. Aslında kişilerin oldukları mevki,konum,sahip oldukları maddi güç onların “Asil ve Güzel” bir insan olduklarını kanıtlamıyor. Amerika’da yapılan bir araştırmada çoğu zenginlerin veya üst düzey yöneticilerin zeka düzeylerinin bilinenin tersine vasat ve diğer insanlardan tek farklarının doğru zamanda, doğru yerde bulunup, doğru işi yapmaları olduğu görülmüştür. Zeka,Karakter veya iyi bir insan olup olmamaları ile kariyerin bir  ilgisi olmadığı tespit edilmiştir. Al Pacino’nun başrolü oynadığı Şeytanın Avukatı adlı film bu konuda gerçekten anlamlı bir mesaj içermektedir. Pekala zeki olmayan, düşük karakterli,acımasız ve şeytani bir insan yüksek bir kariyere veya zenginliğe kavuşabilir. Bunları elde ederken neleri kaybettiğine bakmak daha doğru bir yaklaşımdır.

Hakkında epey şey duyduğumuz Dunning Kruger sendromunu ortaya çıkaran Justin Kruger ve David Dunning adlı psikologlar niteliksiz ve cahil insanların nasıl kendilerinden çok daha nitelikli insanların önüne geçebileceklerini ortaya koymuştur. Bu yukarıda söylediğimiz durumu başka açıdan doğrulayan bilimsel bir çalışmadır.

Çok bilgiye sahip olsalar da bunu dile getirmeyen ve mütevazi olan kişilerin, kendi kendini değerlendirme konusunda çekingen davrandıkları saptanmıştır. Onlar birilerinin kendilerini keşfetmesini beklerken, bilgisi olmadığı halde sürekli kendini öven, her işte kendini ön plana atan, mesleki açıdan yeterli olduğunu düşünen kişiler eksikliklerini, bu metotlar ile artıya dönüştürüyor ve başarılı pozisyonlara gelebiliyorlar. Kişinin kendi bilgisini değerlendirememesi, daha geri planda kalmasına ve hak ettiği yerde olmamasını sağlıyor. Ve bilgisi olmadığı halde kendinden üstün bir pozisyonda olan kişileri gördükçe tamamen kendini geri planda bırakıyor ve mesleki alanda verim gücünü kaybediyor. Cehaletin her zaman kişinin güvenini artıracağını savunan psikologlar, bu tür insanların yetenekli ve bilgili insanların önüne geçtiklerini gözler önüne sermiştir. Ve mesleki hayatında başarılı olduklarını düşünen bu kişiler, hak ettikleri pozisyonda olduklarını düşünerek, kaliteli yaşamaya devam ederler.

Teorinin ortaya çıkardığı sonuçları ünlü psikologlar birkaç madde ile açıklamışlardır:

*Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedir.
*Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görmekten acizdirler.
*Niteliksiz insanlar, ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler.
*Eğer nitelikleri belli bir eğitim ile artırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar.

Genetik kodlarımızda ne tür bir insan olduğumuz, hangi hastalıklara karşı zaafımız olduğu, yeteneklerimizin ne olduğu gizlenmiştir. Genetik şifre U,C,A,G harflerinden oluşan 64 kodon ile eşi benzeri olmayan bir şekilde ilahi bir sırla tanımlanmıştır. Bugüne kadar hiçbir matematikçi bu ilahi sırrı keşfedememiştir. İnsanoğlu temeli dört harften oluşan bir kodlama sistemi ile eşi benzeri olmayan bir genetik koda sahiptir. Azerbeycan’da davet edildiğim bir yemekte tanıştığım Genetik Uzmanı Azerbeycan’lı değerli bilim adamı Prof. Dr. Afiq Berdel’in ifadesiyle maalesef yediğimiz ve içtiğimiz gıdaların doğallıklarını yitirmesi ve iklimsel değişikliklerin genetik kodlarımızın değişmesine neden olduğunu duyunca çok şaşırmıştım.

Fransa’da meşhur bir atasözü ” Türk’ün verdiği söz, iki imzaya bedeldir” şeklinde atalarımızın nasıl itibarlı ve sözünde duran kişiler olduğunu vurgular. Hollanda’da ticaret borsasında bir problem oluştuğunda kurulan jüri heyetinde Türk tüccar ile iş yapan Hollanda’lı Tüccara iki oy hakkı verilmesi kendisine Türk ile ticaret yaptığı için duyulan güvenin bir simgesidir. Ahilik teşkilatı iş ahlakının, erdemin , kaliteli mal üretmenin ,paylaşmanın  ve adil olmanın öğretildiği basit ama bir o kadar da muhteşem bir düzeneğe sahipti. O “Asil ve Güzel İnsanlar” nerede diye sorabilirsiniz. Avrupa’da birçok yerde ay yıldızın yerel simge olarak benimsenmesi kendilerine Türkler tarafından yapılan yardımların unutulmamasından kaynaklanmaktadır. Hollandalı bir dostum Türklerin verdikleri sözde durmak ile tanındıklarını ve yapılan sözleşmelerden daha önemli olanın Türklerden söz almak olduğunu söylemesi çok ilginçti. Birçoğunuzun bu cümleleri okuyunca gülümsediğini hissediyorum. Şu anda bile Türkler dünyanın her yerinde yardıma muhtaç insanlara yardım yetiştirmeye çalışmaktadırlar. İnsanımız her yerde tarihte olduğu gibi mazlumların yardımına koşuyor. Demek ki özümüzde var olan bazı nitelikler halen kaybolmamış veya değişikliğe uğramamış.

Asil ve Güzel insan olmak ne yüce bir mertebedir, bu mertebeye acaba kaçımız ulaşabiliyoruz. Keşke taşıdığımız ruhun inceliklerini keşfedip onun nefsani arzularına gem vurabilmek için çaba sarf etsek, belkide asıl mutluluğa o zaman varabiliriz.

Musibetler tezahür ettiğinde sabır göstermek ve her şeyin Yüce Yaradandan geldiğini bilmek ise birçok olaya pozitif yaklaşmamızı sağlar. Asil ve Güzel insan her şeyin ondan geldiğini bilir ve gönlünü ferah tutar. Bu dünyanın üç kuruşluk nimeti için başkasının rızkına musallat olmaz. Maalesef artık insanlık kişinin cebindeki para ile doğru orantılı olarak ölçülüyor. Bir şekilde yıllarca yüzlerce insana ekmek kapısı olmuş fakat sonra iflas eden veya maddi zorluklar çeken iş adamlarından herkes kaçıyor. Bürokratından, bankasına herkes o ekmek kapısını bir an önce yıkmak için icra kuyruğuna girmekte insafsızca yarış ediyor. Sosyal adaletin ön planda olduğu ülkelerde yıllarca vergi vermiş, yüzlerce insana iş olanağı sunmuş işletmeler maddi zorluklarla karşılaştıklarında öncelikle atanan kayyumlar aracılığı ile bunun kasıtlı olup olmadığı araştırılır ve işletmeler koruma altına alınırlar. O girişimcinin günlük hayatında kurmuş olduğu refah düzeyini devam ettirmesi sağlanır. O girişimcinin tecrübeleri ile tekrar iş kurması ve birikimlerini topluma pozitif katkı yapacak şekilde sunmasına olanak sağlanır.

Edep, güzel ahlak demektir, haddini, hududunu, nerede duracağını bilmektir, ölçüyü kaybetmemektir , ölçüyü yerinde tutabilmektir. Kişi haklarını bilmektir, haddeden geçmiş nezakettir, adab-ı muaşerettir.  İnsani eylemlerin hepsini içinde barındıran efsunlu bir güzelliktir. Bu güzelliğe bürünen insan da toplum içinde takdir edilen, sevilen şahsiyetli bir insan olur. Edep toplumun her katmanında olması beklendiği gibi devlet erkanında da olmalıdır.

Hz. Mevlana ne güzel söylemiş:

Edebi olmayan, Rabbin lütfundan mahrum kalır. Eğer şeytanın başını ezmek istiyorsan edeb sahibi ol. Gözünü aç, gör ve bil ki, şeytanı öldüren şey edebdir. 

 

One Comment

  1. Mukemmel bir yazı yine yazmıssınız basarılarınızın devamı dileğiyle.

Bir Cevap Yazın

Required fields are marked *.