Selahattin Esim

Selahattin Esim

Türkiye’nin Zara’sı olacaktı, iflas etti

| 0 comments

Bugün okuduğum bu haber beni derinden üzmüş olması nedeniyle bu konuya değinmek istiyorum. Bu haberde yer alan BN Tekstil firmasını veya sahiplerini tanımam ama haber bana pek yabancı gelmedi. Bu kaçıncı dünya devlerine ürün üreten tekstil firmasının iflas edişi ve bu firmaların acaba hepsimi kötü yönetiliyordu diye insan kendine sormadan edemiyor. Bu insanlar bu başarıları elde ederken farklı, beklemedikleri bir kayıpla karşılaştıkları zaman neden farklı değerlendiriliyorlar acaba. Geçenlerde aynı haberi yılların UKI firması için okuyunca yine aynı üzüntüyü duymuştum.

Bu konuda kafamı kurcalayan bir diğer mevzu ise zor duruma düşen firmaların sahiplerinin kullandıkları lüks arabaların gündeme düşmesi ve diğer birçok nedenin gölgede kalması. Bu firmanın sahibi Ferrari almış garajında hep lüks arabalar varmış gibi ifadeler internette yayınlanan haberde özellikle vurgulanıyor. Acaba bu yazıyı yazan kişi o şirketin sahipleri ile görüşüp bu kadar büyük firmalara ürün üretmeyi nasıl başardıklarını ve asıl iflasa sürüklenme sebeplerini zahmet edip sorsaydı daha iyi olmaz mıydı ? Muhabir en kolay yolu seçip prim yapacak bir haber yapıyor ve Türkiye’nin Zara’sı olacaktı iflas etti diye başlık atıyor. Bu haberi okuyan kişide oh olsun neden Ferrari arabaya biniyorsun sen ondan iflas etmişsindir diyerek çok dar kapsamlı bir açıdan olaya bakabilir. Olay iflas ile ilgili değil bu işverenin Ferrari arabaya binmesine odaklanmış. Birçok kişiye ekmek kapısı açmış milyonlarca dolar ihracat yapan bir firmanın sahibi kredi ile alınmış bir Ferrari ile batar mı buna inanmakta zorluk çekiyorum. Bu insanların hepsimi namussuz ve ahlaksız, şirketler dünyanın ekonomik gidişatından etkilenip sarsıntı geçiremezler mi, dolar kurundan , savaştan dolayı iflas edemezler mi?

Bankaların yaklaşımı ise güneşte şemsiye verip yağmurda geri çekmeye benziyor. Bu bir domino efekti ve ne yazık ki ülkemizde domino efektini başlatan hamleyi çoğunlukla bankalar yapıyorlar. Burada devletin işvereni kurtaracak bir emniyet mekanizması yok. İşverene yapılacak her türlü yardım ona bahşedilmiş bir nimet gibi algılanıyor. Sizin 38 sene yanınızda 4 bin kişi çalıştırıp SSK primlerini düzgün öderken aileleri ile birlikte 10 bin kişiye ekmek kapısı olduğunuz kimseyi ilgilendirmiyor, verginizi düzgün ödediğiniz zaman en çok elinize üç kuruşluk plaket verilip sözde taltif ediliyorsunuz.

Geçenlerde sohbet ettiğimiz deneyimli bir Hakimin söylediğine göre işsiz kalan toplumdaki her kişi potansiyel bir suç kaynağı teşkil ediyordu ve adalet mekanizması bu tür insanların oluşturduğu suçlardan dolayı kilitlenmişti. Gerçekten de girişimcinin iflas etmesi ile sokaktaki suç potansiyelinin artması arasında bir ilişki olabilir. Aslında ekmek kapısı olan her girişimciye dua edilmesi bizim geleneklerimizde mevcuttur.

İşveren düşmanlığı ülkemize has bir durum değil. Gece gündüz demeden çalışıp başkalarının almadığı riski üstlenen, binlerce kişiye istihdam sağlayan, milyonlarca dolar ihracat yapıp ülkenin itibarını arttıran başarılı bir şirketin iflası o kadar kolay bir şey değil. Bir şirketi bir bebek gibi büyütüp ondan sonra büyüme çağında kaybetmek aynı evladını kaybetmeye benzer ve aşılması çok zor bir travmadır, bunu acaba kaç kişi sorguluyor? Kaç kişi kendini o işverenin yerine koyabiliyor?

Geçenlerde bir dostumuz Almanya’da iş sahibi olan bir arkadaşına Alman devletinin yaklaşımını anlatınca daha alınacak çok yolumuz olduğunu düşünüyor insan. İflas etmek üzere olan bir işveren devlete gidip bu şirketi elinde olmayan nedenlerden dolayı devam ettiremeyeceğini ve iflasa sürüklendiğini açıklayınca öncelikle durumu araştırmak için hemen uzmanlar devreye sokulmuş. Araştırmadan sonra işverenin elinde olmayan nedenlerden iflasa sürüklendiği anlaşılınca kendisine 5 yıl ödemesiz finansman kredisi sağlanarak yanında çalıştırdığı yaklaşık 100 kişinin işsiz kalması ve topluma yük olması engellenmiş. Kendisine verilen desteği iyi değerlendiren işveren bir yıl sonra yeni yatırım yapmak için devletin kapısını çalarak bir 100 kişiye daha iş imkanı sağlayacağını belirtince büyük devlet olmanın fazileti burada ortaya çıkmış oluyor. Ufak bir hesapla 100 kişinin işsiz kalmasının maliyetinin devlete çok daha büyük bir yük getireceğini uzmanlar muhakkak hesaplamışlardır. Girişimci risk alan insan demektir. Bu işverenin iflas etmesi halinde devlete oluşturacağı maliyetin çok altında bir destekle finansal krizini atlatmasını sağlamalarının girişimci  işverenin inanılmaz bir motivasyonla gece gündüz demeden çalışacağını sanki biliyorlar diye düşünüyor insan. Vizyoner yaklaşım budur beklenmedik bir fırtınada dalları kırılan ağaca destek verilince bir yıl sonra meyvesini vereceğini hesaplamaktır. Bizde ise vur abalıya, herkes icra kuyruğuna girer ve batmayacaksanız bile gerçekten batarsınız.

İş dünyasıda bu tür durumlarda acımasızdır. Libya’da aldığınız proje için tedarikçilerinize verdiğiniz çeklerin günü gelince ülkedeki savaş durumu  ve işçilerin canını zor kurtardığınız kimseyi ilgilendirmez ve hepsi birer firavuna dönüşerek kapınızda icra kuyruğuna girerler. Geçmişi olan bir firma olmanız, itibarınız, onlara yıllarca para kazandırmış olmanız bir anda yok olur gider bunun yerini bir çakallar ordusu alır, akbabalar gibi üşüşürler üzerinize. Ne oldu bize hep eleştirdiğimiz kapitalizmi yaşayan ülkeler daha erdemli davranırken bizim bu acımasız yaklaşımımız nereden kaynaklanıyor bunu araştırmak lazım. Sanki Türk insanının hoş görüsü, yardımseverliği tarihe gömülmüş ve üzerine bir ölü toprağı serpilmiş.

Aslında bu işverenlerin neden iflas ettikleri araştırılması gereken bir konu olup, anlatacakları çok şeyler olacağını zannediyorum. Başarılı olan insanların nasıl olup ta bu duruma düştüklerini incelemek lazım. MÜSİAD Araştırma Komisyonu Başkanlığı yaptığım 2010 yılında bu konuyu çok istememe rağmen bir türlü araştırma fırsatımız olmadı. O altın değerindeki birikimleri ve insanların nerede hata yaptıklarını veya hangi sorundan dolayı iflasa sürüklendiklerini bir başka girişimci öğrenemiyor. Yazık çok yazık bu şirketler aslında devletin ortak olduğu ülkenin öz kaynaklarıdır. Her iflas eden şirket bu ülkenin bağrına saplanmış bir hançerdir. İşler kötü gittiğinde Girişimcileri destekleyen bir mekanizma yok, gemi fırtınaya tutulunca yol gösterileceğine bir an önce batması için herkes bir yerden gemiye delik açmakla meşgul oluyor.

Hüseyin Yazıcıoğlu’nun yazmış olduğu “Şirketimi Nasıl Batırdım” adlı kitabı okumanızı tavsiye ederim. Birçok şirkette karşılaşabileceğimiz sorunları Hüseyin Bey yılların deneyimi ile anlatmaya çalışmış, kendisine böyle bir konuya değindiği için sonsuz teşekkür ediyorum, eline fikrine sağlık.

Bizim neden bir ZARA markamızın olmadığı bence burada gizli, atalarımız ne güzel söylemiş iğneyi kendimize çuvaldızı başkasına batıralım diye…..

 

Bir Cevap Yazın

Required fields are marked *.