Selahattin Esim

Selahattin Esim

Ortaklık Kültürü ve Başkalarının Hakkına Riayet Etmek

| 0 comments

Ortaklık kültürü, insanların birlikte hareket ederek amaçlara ulaşabilmek için geliştirdikleri farklı ortaklık şekillerinin toplamıdır. Bu yönüyle ortaklık kültürü tek bir kişinin bakış  açısından değil, ortak olmuş ve tecrübe kazanmış, sonra bunu gelecek nesillere aktarmış insanların ortak bakış açılarını yansıtmaktadır.

Türkiye’nin son dönemdeki hızlı gelişimi birçok ülkenin dikkatini üzerimize çekmiş bulunuyor. Bölgesel projeler değerlendirildiğinde Türk Firmalarının ortaklığı olmadan yabancı ortakların bu pazarlara girmeleri çok zor gibi gözüküyor. Kendini yenilemeyen,teknolojisini geliştiremeyen ve ortaklık kültürünü benimsemeyen,etik değerlere sahip olmayan  firmalar yakın gelecekte büyük sıkıntılarla karşı karşıya kalacaklardır.

Ortaklık özellikle güven ve dürüstlük üzerine kurulur. Ortakların birbirlerinin haklarına riayet etmeleri ana düsturdur. Bunlar ana sütunlardır. İş yaşamımızda bu düsturlara uymayan birçok yaşanmış gerçeklerle karşılaştık. Birçok küçük sermayeli arkadaşımızın bir araya gelerek  kurduğu şirket belli bir süre sonra finansal destek bulmak amacıya şirketin belli bir oranda hisselerini bir katılım bankasına satmıştı. Bu banka çok geçmeden hissesini aldığı şirketin genel kurulunu yerel bir gazetede yayınlayarak gizli saklı bir şekilde yapmış ve aldığı sermaye arttırımı kararı yolu ile küçük sermayedarları bertaraf edip şirketi ele geçirmişti. Gece ve gündüz demeden birikimleri ile şirketi bu noktaya getirmiş arkadaşlarımız bankanın yaptıklarını etik değerler açısından hangi kefeye koyacaklarını şaşırmışlardı. Üstelik bu halkın gözünde saygın bir bankaydı. Maalesef ülkemiz insanında son yıllardaki hızlı yozlaşma ile herşeye tahakküm etme, kendisinden başkasına yaşam hakkı vermeme ,  sözünde durmama içgüdüsü çok ağır basıyor. Yurt dışından bulduğu ortağı bir sene sonra şeytanın aklına bile gelmeyecek bir şekilde saf dışı bırakıp şirketi ele geçirmek hangi hak ve hukuk düzeninin kabul edebileceği bir davranıştır bilemiyoruz. Bu tür haksızlıklar yurt dışında olmuyor  gibi bir iddiam yok, biz bize yakışanı yapıyormuyuz onu irdeliyorum. Atalarımız yüzyıllarca başka dine mensup insanlarla gayet dürüst bir şekilde ortaklık yapmışlardır. Bir insanın başka bir dinden olması size ona karşı haksızlık yapmak, malını adil olmayan bir şekilde ele geçirme hakkını vermez . Tarihte Avrupa’da Türk tüccarlarla iş yapan tüccarlar güvenilir insanlar olarak görülüp bazen kendilerine farklı bir statü verilmiştir, eğer Türk ile ticaret yapıyorsa sözünde duran bir adamdır denilerek. Osmanlı Devleti’nin doğruluk ve adalet üzerine cihana ışık saçtığı günlerde, Hollanda Ticaret Odası’nda bir karar alınırken oyların eşit çıkması halinde, oda reisinin; “İçinizde Türklerle alışveriş eden var mı?” diye sorduğunu ve birinden evet cevabı alınca da onun oyunu imtiyazlı olarak iki oy olarak kabul edip karara vardığı bilinmektedir.

Yüzyıllarca sergilediğimiz bu duruşun tekrar canlandırılması gerekiyor bütün mesele burada kilitleniyor. Artık çok şükür yakın tarihlerde olduğu gibi sözünde durmayıp devletin itibarını yerle bir eden Siyasi Liderlerimiz yok. Şahsiyetli ve sözüne güvenilir, tarihimize yakışır  vakur bir duruş sergileniyor. Bunun sonucunda ülkenin güvenilirliği artıyor, yabancı sermaye artık Türkiye’ye daha kolay geliyor fakat halen bürokratik engeller istenilen seviyede azaltılmış değil. Bürokratlar halen firmaları devletin bir ortağı olarak değilde para kazanmaya odaklanmış kuruluşlar olarak görüyorlar.

Kültürümüzün içinde var olan Ahilik geleneği üzerine ölü toprağı serpilmiş bir hazine gibi kenarda duruyor. O insanlar komşusu siftah yapmayınca rahatsız olan bir anlayışa sahiptiler, rakiplerinin malını kötülemezler di, piyasayı çökerten bir fiyat politikası uygulamazlardı. Gün sonunda gelirlerini bir havuzda toplayıp meslekdaşlarının da bu havuzdan kısmetlenip evlerine rızklarını götürmelerini sağlayacak kadar muhteşem insanlardı. Diğer şehirlerden gelen meslektaşlarını ağırlar onlarla bilgilerini paylaşırlardı, pabucu dama atılan bir kişi tüm memlekette ekmek yiyemezdi.

Ülkeyi modern hale getireceğiz diye oturtulan eğitim sistemindeki basma kalıp düzenek başkalarının hakkına riayet etmeyi çocuklarımıza  çekirdekten öğretmeyi maalesef başaramadı. Yetiştiği ailede büyüklerinden bu terbiyeyi almış olan edepli insanlar maalesef  toplumda hep arka planda kalmaya mahkum oluyor. Dünya çapındaki İsveç Volvo firmasının ürettiği kalitenin bir tesadüf olmadığını ufak bir örnekle anlatayım. İşe erken gelen çalışanlar arabalarını park alanında en uzak yerlere park ederler ve işe geç kalan iş arkadaşlarının park yeri aramadan en yakın yerlerdeki boş alanlara park etmelerini sağlayarak işe zamanında yetişmelerini sağlarlar. Onlara ufak yaşlardan itibaren ortak kullanılan hakların paylaşılması ve başkalarının hakkını gözetmek öğretilmiştir. Bizim insanımız ise bunun tam tersini yapar işe en erken gelen en güzel yeri kapar, ondan sonra geleni düşünmez bile veya park yeri boş iken uzağa park edeni enayi olarak görür. Hollanda’da 5 yaşında başlayan futbol eğitiminde maçtan sonra diğer tarafı tebrik etmek bir ritüeldir ve bu yol ile yaptıklarının bir spor olduğu ,maçın sonucu ne olursa olsun karşı tarafın bir dost olduğu benliklerine aşılanır. O çocuklar ufak yaşta maçtan sonra güle oynaya soyunma odalarına giderler. Bu yıl Süper Lig  play off müsabakalarında çıkan olayları, rakip takımın şampiyonluğu sonucunda Başbakana kadar uzanan olayları hatırlayalım. Okul yemekhanesinde hep uyanıklar yemeğin en güzel tarafını üstelik çift porsiyon alarak  kapmaya çalışırlar ve hakkına riayet edip edebiyle sırada bekleyen çocuklar etsiz makarna ve pilava razı olmak zorunda kalırlar. Daha o yaşlarda çocuklara verilen terbiye uyanık olmak, başkasının hakkını kapmak, başkasının üzerinden geçinmek üzerine kuruluyor. Ondan sonra isterseniz en iyi matematik,fizik,kimya  eğitimini verin hiçbir şey ifade etmez.

“Edep Ya Hu” ne demektir acaba kaçımız biliyor, nasıl bir anlayışı ifade eder, verdiği mesaj nedir?

Bir ihaleden sonra şaşılacak derecede çok az farkla ihaleyi kaybettiğimizde ihaleyi yapan kurum itiraz edip etmeyeceğimizi endişe ile sormuştu, ihalenin verilen fiyatlar ile sonlandığını ve kaybetmemize rağmen itiraz etmeyeceğimizi belirterek kazanan firmayı tebrik etmemizi nasıl şaşkınlıkla izlediklerini hatırlıyorum.  Aynı kurumdaki bir sonraki ihalede biz daha uygun fiyat vererek kazandığımızda ise rakip firmanın yaptığı ilk iş koşa koşa KİK’e itiraz için başvurmak ve süreci zora sokacak her türlü adımı atmak olmuştu.  Sonucu belirleyen kalite,doğru ürün ve fiyat değildir. İhaleyi kazanmanızda bir şey ifade etmez. Sizi bekleyen birçok adil olmayan tuzaklar olduğunu öğrenene  kadar acı bir tecrübe kazanırsınız.

Aile şirketlerinde de aynı tehlike söz konusudur. Kendi menfaatlerini ön plana çıkarabilen, yetenekleri ile değilde aile ferdi oldukları için şirket sayesinde bir yerlere gelebilmiş egosu yüksek ama kapasitesi düşük yöneticiler  ilk 500 e girmeyi başarmış ,45 ülkeye ihracat yapmış firmanın batışını sağlayacak domino efekti benzeri hamleleri rahatlıkla yapabilirler. Çözüm odaklı çalışmayı ve ortaklık kültürünü benimsemedikleri için hep kendi bildiklerinin doğru olduğundan yola çıkarak, stratejik hatalar yaparak şirketin kısır bir döngüye girmesini sağlarlar. Ortaklık kültürünün en önemli sütunlarını yok ettiklerinin farkında bile değillerdir. İnsanların dış görünüşlerine yansıtmadıkları iç benliklerinde var olan gerçek duyguları bir yerde yüz üstüne çıkarak önemli bir tahribata yol açabilmektedir.

Geçenlerde okuduğum bir haber yanlış filizlenmiş ortaklık kültürünün Anadolu Kaplanlarını nasıl devirdiğine en güzel örneği teşkil ediyor. Haberin başlığı şöyleydi ” Kayseri’nin devleri birer birer çöktü”.

http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/21188436.asp

Sizce bu işverenlerin hepsimi beceriksizlerdi, işi bilmiyorlardı, kötü niyetlilerdi?  Bu haberi iyi okumak gerekir. Çünkü bir dönemin atılımcı, cesur ve girişimci Anadolu esnafının neden yok olduğunun ipuçlarını ortaya koyuyor.

Avrupa’da ilk ticaret odası 1599 yılında Fransa’nın Marsilya kentinde kurulmuştur. Osmanlı ekonomisinin 19. yüzyılda girdiği gelişme sürecinin göstergelerinden biri de ticaret odalarıydı. İç ve dış ticaretin gelişmesi yolunda hizmet veren ticaret odalarının kurulma girişimi, Abdülaziz döneminin (1861-1876) son aylarında gündeme gelmiştir. Fakat Dersaadet (İstanbul) Ticaret Odası ancak 1882’de faaliyete geçebilmiştir. Yani avrupadan 283 yıl sonra ilk gerçek ticaret odası faaliyete geçmiştir. Avrupa kültürü bizim 130 yıldır halen boğuştuğumuz sorunları bizden 230 yıl önce başlayan bir süreçte bertaraf etmesini öğrenmiştir. Biz ne yazık ki 130 yıl sonra halen ortaklık kültürü oluşturamamış bir toplumuz veya aşamadığımız , çözemediğimiz sorunlarımız var. Bu her şeyin batı toplumlarında çok iyi olduğu anlamına gelmiyor fakat öyle görülüyor ki onlar bazı sorunları oluşturdukları kanunlarla aşmasını bilmişler ve özel hukuk sistemini yerine oturtmuşlar. Bizler ise batıyı yakalayalım derken  miras olarak geçmişten aldığımız güzelliklerimizi de farkında olmadan yok etmişiz. Yeni çıkartılan TTK bu açığı iyi niyetle kapatmaya çalışmış ama batıdan montaj olduğu için kültür çatışmasını hiç hesaba katmadığından dolayı çok başarılı olmayacağını veya beraberinde  birçok sorunu getireceğini düşünüyorum.

Bölgesel Kümelenmenin başarılı olması yine ortaklık kültürü ile ilgilidir. Kümelenme artık sınır tanımayan bir özellik taşımaktadır. Sizin zayıf olduğunuz bir alanda daha iyi ürün üreten bir girişimciyi başka bir bölgede bulabilirsiniz. Sonuç olarak amaç ihracat yapabilecek en iyi ürünü üretmek olduğuna göre iş ortaklarının ülke bazında aranması çıtayı yükseltecektir. Kümelenmenin ülke bazında düşünülmesi ve ihracat hedefli olması esastır. Burada en önemli handikaplardan birisi başka bölgenin insanına güven duyulması konusundaki aşırı hassasiyettir. Örneğin tanınmış bir halı markasının kopyasını üretmek ve bu halıyı yurt dışına çok daha ucuza satarak piyasayı çökertmek öncelikle ülkenin kalkınmasına zarar verir. Maalesef kalkınmaya susamış olan bölgeler bu süreçlerde hak, hukuk gözetmeden büyüme tarzını benimsedikleri için belli bir yere gelmiş olan markaların etik olarak yapamadıklarını yaparak büyümek yolunu tercih etmektedirler. O zaman başkasının hakkına riayet etmek gibi bir engeli veya anlayışı olmayan insanların yaptıklarını başarılı bir iş modeli olarak tanımlamak etik değerlere sahip şirketlere yapılan büyük bir haksızlıktır.

Her şeyin en iyisini kendimizin yapması mümkün olmadığı gibi işini en iyi şekilde yapmaya odaklanmış şirketlerin hizmetlerini herkesin haklarına riayet edildiği  bir ortaklık kültürü içinde bütünleştiren  uluslararası çapta Bilişim Müteahhidi firmamızın olması ne kadar güzel olurdu. Bunu yapmamıza engel olan nedir acaba yukarıda saydıklarımız olabilir mi?

Ortaklık kültürünün toplumumuzda önemli bir sorun olduğunu gören MÜSİAD tarafından yayınlanan “Ortaklık Kültürü” adlı kitapçığı aşağıdaki linkten okumanızı tavsiye ederim, Prof. Dr. Nurullah Genç çok önemli bilgileri içeren bir çalışma yapmış.

http://www.musiad.org.tr/img/arastirmalaryayin/pdf/yonetim_kitapligi_06.pdf

Bir Cevap Yazın

Required fields are marked *.