Selahattin Esim

Selahattin Esim

Büyümenin Sırrı KOBİ’ lerdir, yani ekonominin çekici atları….

| 0 comments

Yıllar önce İtalya’nın Milano kentinde yaşamını sürdüren iş adamı dostumun ofisini ziyaret ettiğimde duvarda çok ilginç bir sözün asılı olduğunu görmüştüm. Churchill’in söylediği belirtilen söz şöyleydi:

Büyük şirketler panter gibidir avının üstüne acımadan saldırır ve geride kimseye bir şey bırakmaz. Orta ölçekli şirketler ise inek gibidir,süt almak için onu önce beslemeniz gerekir. Fakat ekonomiyi çeken atlar küçük ölçekli işletmelerdir

Birde Dünya Bankası Başkanı Dr. Jim Yong Kim’in  “Turkey needs SMEs to grow into brands” başlıklı röportajında Türk KOBİ’ler için söylediklerine bir bakalım:

The WB president said the bank will continue to support small and medium-sized enterprises (SMEs) in Turkey, underlining that investments in SMEs have paid off well.

He warned, however, that Turkey is struggling to find SMEs that can grow quickly and become larger enterprises through innovation and the generation of intellectual property to become brands like Google, Ebay, and Alibaba.

“SMEs are important in their own right, but they can also quickly become larger enterprises. Turkey has not yet developed big brands that everyone recognizes,” Kim said. Recalling that everybody was joking about Japanese, Korean or Taiwanese products when he was growing up in the US, he said that now these countries are making high-quality brand name products.

“We need to get high value-added industries that will take Turkey to the next level,” he said, stressing that Turkey is on the verge of taking the next step. “Our hope is that all the investment we have made in SMEs is going to lead to the next leap forward to the kind of business that will make Turkey a household name,” Kim explained.

 


Şimdi bu sözler öncelikle ekonomik büyümeyi sadece seçilmiş bazı büyük şirketlerin daha çok büyümesi üzerine kurgulamanın tek seçenek olmadığını vurgulaması açısından çok önemli. Neden derseniz İtalya’da 2 veya 3 kişiden kurulu binlerce küçük ölçekli işletme inanılmaz bir şekilde bu ülkenin genlerinde olan tasarım gücünü kullanarak ihracat yapıyor ve ülkenin gerçek büyümesi onların vasıtası ile oluyor. Büyük şirketlerin ABD’de olduğu gibi oluşturdukları krizlerin dünya ekonomisini nasıl sarstığını bir hatırlayalım. Bu büyük şirketler gittikçe hantallaşarak ve kontrolü kaybederek  hele etik kurallara riayet etmeyen CEO’larıda varsa onun sayesinde kendilerine güvenip yatırım yapmış birçok yatırımcıya nasıl zarar verdiklerini herkes yaşayarak öğrendi. Çok büyük şirketler stratejilerini değiştirene kadar küçük ölçekli şirketler ürünü üretmiş oluyorlar.

Buna kendi kariyerimden şöyle bir örnek verebilirim. Mühendislik eğitimini bitirdikten sonra sınıf arkadaşımın teklifi üzerine aile şirketlerinde Japon TEC POS Yazarkasa sistemlerini Avrupa’da Hipermarketlere ilk kuran ekibin içinde yer aldım. Şirket küçük ölçekli ve teknik ekibin bazen sabahlara kadar çalıştığı inanılmaz innovasyonlar yapan çok samimi ortamın olduğu bir firmaydı. Ben bile bu ortamda aldığım enerji ile POS Yazarkasa sistemlerinde kullandığımız Scantech laser barkod okuyucu firmasına günlerce çalışıp elde ettiğim verilerle birçok buluş yaparak ürünlerinin gelişmesine yardımcı olduğum için inanılmaz mutlu olmuştum. Hipermarketlere kurduğumuz 20-30 arası POS Yazarkasadan oluşan sistemden gün sonu raporlarını ağ üzerinden Burroughs adlı firmanın inanılmaz modüler yapıya sahip Convergent Technologies NGEN Workstationları üzerinde COBOL dili ile geliştirilmiş yazılım aracılığı ile en çok 15-20 dakikada çekip işlemleri bitirebiliyorduk. Normal bir teknik meslek lisesinden mezun olmuş yazılımcımız harikalar yaratıyor ve firma açılan projeleri bir bir kazanıyordu. Bir gün Fokker uçak firmasının çok büyük hipermarketler zincirine yazılım sattığını fakat bu yazılımın gün sonu raporlarını en az 5-6 saat içinde alabildiğini söyleyip bizim firmanın sahibine yardımcı olunması için başvurduklarını öğrendik. Sistem Mühendisi olarak ben ve bir arkadaşım Fokker Mühendislerine yardımcı olmak için gönderildik. Giderken bayağı bir heyecanlandık çünkü Fokker uçak mühendisleri konusunda en parlak zekalı insanlardan seçilmiş olağandışı zeki insanlardı, bizim onlara öğreteceğimiz ne olabilir ki diye düşünüyorduk. Firmaya vardığımızda bizi yazılım geliştiren mühendislerle tanıştırdılar. İlk gözüme çarpan şey bir bilgisayarın arkasında iki kişinin oturarak yazılım üretmesiydi. Uçak teknolojisi için hataları azaltmak açısından böyle bir yöntem uyguluyorlardı. Çok lüks bir ortamda bizim rüyamızda görebildiğimiz bilgisayarlarla çalışıyorlardı. Biz birazda mahçup bir şekilde bizden kariyer ve yaş olarak çok ileride olan mühendislere bazı ipuçları vererek ve veri tabanı hakkında yaptıkları yanlışları göstererek görevimizi yaparken bazı önemli gözlemlerimiz oldu. Öncelikle ismi çok büyük olan bu uçak firmasının her şeyi en iyi şekilde yapacağından yola çıkmalarının bir hata olduğunu müşahede ettik. Bizim elimizdeki imkanların çok üstünde teknolojilere ve ortama sahip olmalarına rağmen bilmedikleri bir işe girmişlerdi. Hipermarket yazılımının uçak yönetim yazılımı ile ilgili en ufak bir ortak noktası yoktu. Mühendisler hatasız yazılım üretelim ve her şeyi iki kere kontrol edelim derken inanılmaz uzun süren prosedürler oluşturmuşlardı. Ekip saat 17:00 de mesaisini bitiriyor ve müşteriler karşılaştıkları sorunları belki doğru şekilde aktaracakları kendi dillerinden anlayan muhatap bulamıyorlardı. Böylece genç yaşta KOBİ’lerin çok iyi bildikleri ve imkansızlıklar içerisinde yaptıkları işleri büyük firmalar daha güzel yaparlar anlayışının doğru olmadığını tecrübe etmek nasip oldu.

Büyük firmalar veya bankalarda yapılan bilinçli veya bilinçsiz hatalara ve getirdikleri risklerin büyüklüğü hakkında en güncel örnek olarak aşağıda internette “libor faizi skandalı” yazdığınızda karşılaşabileceğiniz  habere bir göz atalım:

Tüm dünyada tüketicilerden şirketlere, devletlerden sokaktaki vatandaşa kadar hemen herkesin dolandırılmasına neden olan Libor faizi skandalı genişliyor. Türkiye’de banka kurabilmek için bu yıl BDDK’dan izin alan Hollandalı Rabobank Libor manipülasyonuna karıştığını kabullenerek, 1 milyar dolar ceza ödemeye razı oldu.

Türkiye’de banka kurabilmek için bu yıl BDDK’dan izin alan Hollandalı Rabobank’a, Libor soruşturması kapsamında 1.07 milyar dolar ceza kesildi. Libor usulsüzlüğünün diğer kahramanlarından UBS ile Deutsche Bank da döviz piyasasındaki manipülasyonlara ilişkin regülatörler tarafından inceleme altına alındıklarını duyurdu. Rabobank, Libor usülsüzlüğü yaptığını kabul eden beşinci banka olurken, her geçen gün küresel finans piyasası yeni bir skandalla sarsılmaya devam ediyor. Uzmanlar ise, faiz lobisinin kontrolündeki Türk medyasının gelişmeleri vatandaşlardan saklaması nedeniyle, sözkonusu aktörlerin dünyadan ucuza topladıkları paraları Türkiye’deki bilinçsiz vatandaşlara yüksek faizle sattığına işaret ediyor.

Para piyasasında kredibilitesi yüksek bankaların birbirlerine üzerinden borç verme işlemlerinde uyguladıkları faiz oranı Libor (London Interbank Offered Rate ) belirlenirken usulsüzlük yaptığını kabullenen Rabobank; ABD, İngiliz, Hollandalı ve Japon otoriteler ile 1.07 milyar dolarlık anlaşmaya vardı. Türkiye’deki Ziraat Bankası’na benzer şekilde tarımsal faaliyetlerin finansmanı için kurulan Rabobank, 2005 yılında Şekerbank’ın hisselerini almak üzere Türkiye’ye gelmiş ancak fiyatta anlaşamamıştı. Bunun üzerine banka, bu yıl Türkiye piyasasına 300 milyon dolar sermayeyle girmek için BDDK’dan izin aldı.

Ekonomist yazar Dr. Süleyman Yaşar, Rabobank’ın aldığı cezanın küresel finans dünyasına ilişkin düzensizlikten kaynaklandığını dile getirdi. Libor skandalının ardından çalınan paranın 176 milyar dolar olarak hesaplandığını, bugüne kadar 3.5 milyar dolar ceza kesildiğini hatırlatan Yaşar, “Toplam cezanın 34 milyar doları bulması bekleniyor. Çalınan parayla kıyaslandığında çok küçük bir miktar. Ceza soruşturmaları da ancak alt düzey yöneticilere açılıyor. Finansal kesim zapturapt altına alınmadığı sürece bu krizlerden kurtulmak mümkün değil” ifadelerini kullandı.

Son olarak Hollanda’nın tanınmış bankalarından Rabobank’ın libor faizi ile ilgili yolsuzluğu gün ışığına çıktığında CEO istifasını sunmak zorunda kaldı.Libor usulsüzlüğünün kabul edilmesinin ardından Rabobank’ın CEO’su Piet Moerland “prensip gereği” istifa ettiğini duyurdu. Moerland’ın yerine geçici olarak Rinus Minderhoud gelecek. Rabobank yönetim kurulu üyelerinden Sipko Schat ise gelişmeleri “Güveni yeniden kazanmak uzun zaman alacak” sözleriyle değerlendirdi. İngiltere Finansal İşlemler Otoritesi (FCA), verilen cezanın gerekçesini, “Libor’da uzun süreli ve geniş kapsamlı usulsüzlük” şeklinde açıkladı. FCA, bankanın “zayıf iç kontrollerinin”, traderları ve Libor teklifi verenleri “danışıklı dövüş”e ve manipülasyon teşebbüslerine teşvik ettiğini duyurdu.”

Şimdi gelelim büyümenin sırrının nasıl KOBİ’lere yani küçük ölçekli şirketlere dayandığına….

Kamuda yıllar içerisinde oluşan en ucuza ürün veya hizmet alma paradigması KOBİ’lerin büyümesini ve uluslararası düzeyde marka çıkmasını engelleyen en önemli unsurlardan birisidir. Bunun böyle olduğunu kabul etmeyenler olabilir, konuyu biraz daha açalım. Geçenlerde çok değerli bir hoca ile görüşlerimi paylaştığımda aşağı yukarı haklı olduğumu doğrulayan şeyler söyleyince inanın çok şaşırmadım. Bizlerin piyasa içerisinde yaşadıklarımız ile üniversitelerde teorik olarak öğretilenin aynı olmayabileceğini zaten tahmin edebiliyoruz. Sayın Hocam yıllarca üniversitede öğrencilere özel sektörden yapılan alımlarda kıran kırana pazarlık yapılmasının ekonomik olarak en düşük teklifi elde etmenin bir başarı öğesi gibi öğretildiğini belirterek şimdi bu konuda aslında yanlış yaptıklarını açık yüreklilikle söylüyordu. Özel sektörün kar marjının düşürülmesi çabaları arkasında domino efekti ile  birçok şeyi tetiklediği için aslında büyümeyi frenliyor ve KOBİ’ler büyüme için gerekli kar marjlarını elde edemedikleri için arge yapamadıkları gibi, gittikçe zayıflayarak iflas etme noktasına dahi gelebiliyorlar.

Ekonomisi gittikçe büyüyen ülkemizin KOBİ’leri neden sürekli olarak büyüme trendi yakalayamıyor, dünyada marka olamıyor  ve  teşviklerle desteklenmek zorunda kalınıyor diye bakıldığında yine ilginç verilerle karşılaşırsınız. Devlet büyüklüğü belli olan sektörlerde pazarın kaldıracağından fazla firma kurulmasını teşvik ederek hizmetlerin ucuzlamasını hedeflerken bunun bir süre sonra  rekabetsizlik ortamını oluşturacağını herhalde tahmin edemiyor diye düşünüyor insan. Büyüklüğü belli olan ekosistemi çökerten şirket sayısındaki enflasyon hizmetlerin kalitesini düşürdüğü gibi, kaliteli hizmet üreten firmalardan ayrılan kişilerin kurduğu şirketlerin haksız rekabet yapmasının önünü açmış oluyor. Aslında bunun bir şekilde bonservis sistemi ile engellenmesi gerekir. Daha ucuz hizmet anlayışı ile ancak rekabet ederek eski çalıştıkları firmanın elindeki müşterileri kapmaya çalışan yeni firmalar bir süre sonra tekstil sektöründe olduğu gibi hızla büyüyen sektörü farkında olmadan çökertiyor. Burada vurgu yaptığımız ekosistem Vikipedi ansiklopedisinde şöyle tanımlanıyor:

Ekosistem, belirli bir alanda bulunan canlılar ile bunları saran cansız çevrelerinin karşılıklı ilişkileri ile meydana gelen ve süreklilik arz eden ekolojik sistemlere ekosistem denir.”

Almanya’da bir dönerci açmak istediğiniz zaman belediyeden ruhsat alırken çok önemli bir veriye dayanarak ruhsat veriyorlar. Dönerci kurmak istediğiniz yeri merkez olarak alıp hizmet verebileceğiniz alanı bir çember içerisine alıp bu alanda kaç tane dönerci olduğuna ve kaç kişinin bu hizmeti satın aldığı istatistiğine bakılır. Eğer o alanda iki tane dönerci varsa ve buradan döner yiyen insanlar o işletmeleri ancak besliyorsa size ruhsat vermezler. Olay bu kadar basit. Orada serbest piyasa yok mu ben istediğim yere açarım deme hakkınız yoktur. İstediğiniz bölgeye taşınıp istediğiniz yerde ev de tutamazsınız ekonomik olarak bağlı olduğunuz yöreyi terk ettiğinizde haklı nedenlerinizin olması gerekir. Burada ise aynı caddede 10 tane dönerci açılır ve belli bir süre sonra işletme yaşayabilmek için  döner etinin içine hindi eti, bayat et katmaya başlar ve bundan dolayı nede olsa  etten anlayan bir ülkede gittikçe müşterisi azalarak dükkanını kapatmak zorunda kalır. Eğer Almanya gelişmiş bir ülke ise ve bunu yaparak ekosistemi ayakta tutup işletmelerin sürekliliğini sağlıyorsa bu başarılı sistemi kopyalamak en hızlı çözüm olabilir.

Mesela devlet hastanelerinde ucuza alınmaya kurgulanmış temizlik hizmetleri sonunda hijyenik malzemenin en az düzeyde kullanıldığı, işçilerin ssk primlerinin yatırılmadığı veya kdv ödememek için onlarca düzeneğin kurgulanmasını birlikte getirir. Deterjan az kullanıldığı için hastane enfeksiyonu oluşması aslında can alan çok tehlikeli bir risktir. Böyle bir durum oluştuğunda devlet  hemen kötü örnekten yola çıkarak bunu engelleyici önlemler almaya çalışıyor. Mesela KDV tevkifatı böyle sistem dışı bir düzenektir. İşini düzgün yapan firmalara yapılan ödemelerde KDV’nin üçte biri oranında bir miktar mahsup edilerek tüm firmalar sanki vergi kaçırıyormuş gibi işlem yapılmaktadır. Hadi temizlik firmalarını riskli görüp böyle bir uygulama yaptınız peki yazılım firmalarının günahı nedir, onlar neden aynı uygulama içine alınırlar? Bunun cevabını bulamazsınız.

Ülkemizde etik kurallara riayet etmeyen firmaları engellemek için yanlış yapanlar üzerinden yola çıkılarak kanunlar ve genelgeler oluşturuluyor. Bu yüzden dürüst,ehil ve liyakat sahibi firmalar mağdur oluyorlar ve bu hep gözardı ediliyor. Büyük devletler vatandaşların dürüst olduklarından yola çıkarak kanunları yaparlar ve bu kanunları delmeye çalışanları çok ağır cezalarla karşı karşıya bırakacak bir düzeni kurmaya çalışırlar. Çünkü sahtekarların ne tür önlem alınırsa alınsın bir şekilde sistemin açıklarını kullanarak hile yapacaklarını bilirler. Türkiye önümüzdeki on yıl içerisinde middle power konumundan super power konumuna geçip kişi başına düşen geliri çok üst düzeylere çıkarmak istiyorsa bu prensibe sadık kalmalıdır. Türkiye kanunlara saygı duyulan ve geleneği olan köklü bir devlet anlayışına sahiptir.

Çok düşük kar marjı ile çalışan ve ancak maliyetini karşılayan bir özel sektör büyüyen bir ekonomi içerisinde işçilerinin doğal olarak tüketimlerinin artmasından dolayı daha yüksek maaş beklentilerini nasıl karşılayabilir.?  Her ay yatırmak zorunda olduğu SGK primlerini, muhtasar vergisini,geçici vergileri, faturayı kesip geç tahsil ettiği KDV tutarlarını  peşin yatırmanın finansmanını nasıl karşılayabilir.? Bankaların projeye değilde aktiflere bakarak ve ipotekle kredi verdiği bir sistemde girişimciler kafalarında ürettikleri güzel projeleri nasıl hayata geçirebilirler.? Bu açıdan bakıldığında çok düşük kar marjları ile çalışmaya zorlanan KOBİ’lerin bunlardan hiçbirini yapamayacakları gün gibi aşikardır. Ülkede risk sermayesinin sadece adı vardır aslında yapılan %100 garantili çakma risk sermayesi uygulamasıdır. Girişimcilik demek risk demektir. Risk olan yerde kar vardır. Ama risk alan hiçbir girişimci kendini destekleyecek kaynaklara ulaşamaz. Son dönemlerde melek yatırımcılığı moda oldu. Orada da 50.000 dolar yatırım yapıp girişimciyi tamamen teslim alan haksız bir düzenek olduğunu düşünüyorum. Risk paylaşılmıyor. Körfezden ülkeye akmayı bekleyen sukuk ve private equity uygulamalarında çok geç kalınıyor. Halbuki Türkiye’nin bir dakika kaybedecek vakti yok.  Girişimcinin risk almasını desteklenmesi gerekir. Mesela ABD’de innovasyon kahramanları vardır. Ben o kişilerin başka bir ülkede başka bir ekosistem içerisinde başarılı olma şanslarının çok daha düşük olduğunu zannediyorum. Orada yatırım yapılan on şirketten birisi başarılı olacaktır bu zaten bilinir, onun için yatırımın adı risk sermayesidir. Fakat başarılı olan firmanın ürettiği katma değerin yapılan yatırımı yüzlerce kat geri getirme şansıda vardır. Kurgu bunun üzerine yapılır.

Ekosistem küçük ölçekli girişimcileri büyütecek bir kar marjı üzerine kurulmalıdır. Serbest piyasa koşulları içerisinde fiyatın adil ve hakkaniyetli rekabetle oluşmasına engel olunmamalıdır. Büyük firmaların daha büyük projeler alarak dev bir holdinge dönüşmeleri beraberinde fixed cost dediğimiz çok yüksek maliyetleri de beraberinde getirmektedir. Sayın Başbakanımız İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken bu modeli başarılı bir şekilde uygulayarak birçok küçük ölçekli işletmenin ekosistem içerisinde yer almasını sağlamıştır. Bu model sayesinde çok yüksek fiyatlara sadece belli firmalar arasında paylaşılmış işler uygun ama işletmeyi öldürmeyen bir fiyata yaptırılarak kaynaklarda tasarruf sağlanmıştır. Biz bu modelin Türkiye’de uygulanmasını bekliyoruz. Çoğu KOBİ’ler devlet benden fahiş fiyatla ürün alsın diye çabalamıyor ama bizler yok edecek kar marjları ile çalışmaya zorlanmayalım demek istiyor. Şeffaf rekabet koşulları altında yarışalım, hak eden kazansın, kaliteli ürünler ortaya koyan firmalar büyüsün isteniyor.  Bunları yaparken piyasanın etik kuralları zaten otomatik olarak oluşacaktır. Özel sektörde kendine çeki düzen verecektir.

Çok şükür büyüyen Türkiye artık kasası boş veya Merkez Bankasında dövizi bulunmayan bir ülke konumunda değildir. IMF gibi bir kurumu devre dışı bırakma becerisini göstermiştir. Bu büyük başarıların ekosisteme yansıma ayarlarının iyi yapılması gerekir.

Ülkemizin önüne 100 yılda bir gelecek bir büyüme trendi şansı gelmiştir. 2023 vizyonuna herkes inanmalı ve ekosistemi tıkayan sorunları acilen çözmelidir. Bunlar yapılmazsa yazık olur, ele geçen tarihi fırsatlar heba olur.

Türk girişimcileri imkansızı başaracak beceriye sahiptirler, yeter ki önlerindeki engeller kaldırılsın. Bu ülkede batıdaki Guru (hindu felsefesince kişilere yol gösterme amaçlı yaşayan bir anlamda hayat öğreticilerine verilen isim) diye tanımlanan ve topluma innovasyon heyacanını aşılayan kişilerin benzeri çok ehil ve liyakat sahibi Usta’lar var yeter ki biz görmesini ve değerlerini bilmesini becerebilelim.

 

Bir Cevap Yazın

Required fields are marked *.