Selahattin Esim

Selahattin Esim

Mardin yeni keşfedilen kültür hazinesi…

| 0 comments


Mardin her ziyaret edeni mimarisi,kültürü,mutfağı,insanları ile büyüleyen ve kendine aşık eden güzelliklerin diyarı. İnternette gezdiğinizde geç keşfedilmiş bu şehre akın akın giden insanların gezdikleri ve gördüklerinden sonra bu şehre methiyeler düzdüğünü rahatlıkla görebilirsiniz.

Bu güzel şehrin hangi kültürlere ev sahipliği yaptığını merak ediyorsunuz değilmi?. Sümer’lerden Osmanlı dönemine kadar birçok kültürü ve farklı dinleri içinde barındırmış olmasının gizemi ile taş sokaklarını gezdiğinizde zamanı unutup eski çağlara ışınlanırsınız sanki.

Aslen kökenimiz Mardin’de olduğu halde İstanbul’da doğmuş ve yaşamış olmanın yarattığı kopuklukla bu güzel şehri yıllar geçtiği halde sık ziyaret edememenin ve çocukluğumdan kalan güzel anıları maalesef tazeleme imkanını bulamamış olmanın üzüntüsünü yaşamamak mümkün değil.

Her yaz dedem muhakkak haber gönderir ve Mardin’e beklendiğimiz ısrarla vurgulanırdı. Okul tatil olunca o zamanlar otobüs ve tren dışında başka bir araçla ulaşmak mümkün olmadığı için bu bize göre çok uzaklarda olan şehre yolculuk için hazırlık yapılırdı. O şartlarda yaklaşık otuz saatlik bir yolculuktan sonra şehre vardığımızda yorgunluktan bitap düştüğümüzü hatırlıyorum. 44 yıl önce o zaman için çok modern bir teknoloji içeren “ Havalı Apollo” dendiğini hatırladığım(herhalde Apollo uzay aracından esinlenmişti) Magirus Deutz lisansı ile Otokar tarafından üretilen otobüslerin tıss,tıss diye ses veren havalı amortisörlerinin rahatlığı belleğimde halen taptaze duruyor. Yol güzergahindaki korkunç Gavurdağı virajları, Toroslarda Şekerpınar’da verilen şırıl şırıl suların aktığı mekanda ki yemek molası, Urfa ve Gaziantep’te otobüs garında el arabalarında yapılan tadını halen unutamadığım enfes ciğer kebabı artık bu zamanda eskide kalmış gözüküyor. Hele Urfa yolunda otobüse alınan çalgıcıların yolculuğun yorgunluğunu bir nebze unutturduğunu hatırlar gibi oluyorum, bilmem halen o çalgıcılar varmıdır acaba?

Dedemin sahip olduğu 3 katlı konakta büyük avluda akşamları bakır tepsilerde mis gibi kokan Mardin kavunun kesilmesi ile etraf enfes bir kokuya bürünürdü. Geceleri taht denilen yerden yüksekte kurulan yataklarda yıldızların altında yatmak nasıl romantik bir duyguydu, bunu İstanbul’da kaç kişi yaşayabilmiştir bilemiyorum. Bazen gece yatarken yıldız kayması dediğimiz olaya şahit olurduk, sanki yıldızlar ulaşabileceğimiz bir yakınlıktaydı. Sabahları ise güneşin doğması ile rutubet olmayan bir iklimde uyumanın çevikliği ile dinç bir halde hiç zorluk çekmeden uyanırdık.

Sabahları peynir, domates,bal,zeytin,üzüm ve Mardin’e has tırnak pide ile kahvaltıyı yaparken İstanbul’dan çok farklı bir ortamda yaşamanın verdiği zevki ancak şimdi anlayabiliyorum. Sabah çarşıya dedemle birlikte çıkarken önünden geçtiğimiz esnafın ayağa kalkıp saygı göstermesinin sebebini yıllar sonra anlayabilmiştim. Sabah erkenden kendisi evin her türlü ihtiyacını alır ve eve gönderilmesini rica ederdi. Çok nazik ve asil bir insandı. Çok düzgün Türkçe ile şivesiz konuşurdu. Eve ulaşan nevalelerle öğlen yemeğinin hazırlıkları mutfakta maltızın altına odun ateşi verilerek başlatılırdı. O odun ateşinde Anneannemin pişirdiği sade yağlı keklik ve domatesli pilavın tadını halen unutamıyorum. Herhalde bu yöre insanının gurme olma özellikleri bu muhteşem mutfaktan geliyor olsa gerek. Mardin mutfağının lezzetlerini tadınca asla unutamayacaksınız..

Evde bakılan dünyaca meşhur Mardin güvercinleri için taş evlerde duvara yüksek ulaşılması yerlerde yuvalar vardı. Bu paçalı güvercinler asaletleri ile insana örnek olacak bir yaşam tarzı sergilerlerdi. Yavrusunu beslemesini hayranlıkla seyrederdik. Hele fişeğe çıkıp takla atmaları inanılmaz bir gösteriydi. Kesinlikle yabani güvercinlerin peşine takılmazlardı. Yüzlerce kilometre öteden gelip yuvalarını bulmaları halen bilimsel olarak çözülememiş gizemli bir sadakattir. İnternette Mardin güvercinleri ve dünyaca meşhur taklaları için birçok video var muhakak izlemenizi öneririm.

Kültürlerin kesişme alanı olan Mardin, Mezopotamya ile Anadolu kültürlerinin önemli bir kavşak noktasında konumlanmış olmanın sağladığı tarihî ve kültürel zenginlikler; özellikle bu kültür birikimini tatmış ve onun içinde büyüme talihine erişmiş Mardin insanının hoşgörü,eşitlik ve adalet duygusunu pekiştirmiş olması muhtemeldir. Biz avluda 3 er kişilik mini kale maç yaparken( avlunun büyüklüğü burdan anlaşılabilir) yan taraftaki kilisenin çanı çaldığında dedelerimiz bize içeri girmemiz için uyarıda bulunurlardı. Ezan okunurkende Süryani komşuların evinden gelen her türlü gürültü aniden kesilirdi. Çok ufak yaşlarda bu hoşgörüyü yaşayarak tatmış olmak herhalde sonraki yıllarda insanlara ön yargısız yaklaşma kimliğimizin oluşmasında önemli rol oynamıştır. İnsana insan olduğu için değer veren muhteşem kültür burada genlerimize işlenmişti sanki.

Kadınlar tarafından kullanılan küçük ve erkekler tarafından kullanılan büyük kapı tokmaklarının gelen kişinin kimliğini belirleyen büyülü sesi, hacca gitmiş olanların evlerinin kapılarının yanlarına işlenmiş renkli taş süsleri, evlerin altında geçilen kubbeli tüneller, belleğimde taptaze duruyor.

Mardin esnafının ayrı bir terbiye ile sizi selamladığını muhakkak gittiğinizde yaşamışsınızdır. Karşılık beklemeyen ve hiç “satıcı” olmayan tok gözlü, mert, hafif utangaç duruşları ile sizi evlerinde ağırlarmış gibi alışveriş yapmanızı sağlarlar. Siz alırsınız, onlar satmazlar. Arsız, yüzsüz değillerdir, hele ısrarcı hiç. Tüm dükkandaki rafları aşağı indirip bir şey almasanız dahi sizi yüzlerinden eksik olmayan bir gülümseme ile uğurlarlar, “Başım Gözüm Üstüne” dillerinden düşmeyen bereket çağrıştıran bir söylemdir.

Bağlarda üzüm, incir ve bademi ağacından kopararak yemenin zevkini halen unutabilmiş değilim. Tandır fırınında pişen enfes ekmeklere katık yapılan Mardin üzümü ve peyniri dünyanın belkide en basit ve en lezzetli yemeğiydi, bunu çok sonraları idrak edebildik. Keşke Mardin bademinin kıymeti bilinseydi bugün İtalya ve İspanya’da sadece bu yemişten geçinen ekonomiler mevcut, bizler ise artık bademi ithal eder duruma düştük. Devletin bu konuda büyük vebali olduğunu düşünmeden edemiyorum. Ne olurdu bu insanlar dünyada benzeri bulunmayan yemişleri yetiştirmeye ve geçimlerini sağlamaya teşvik edilselerdi, eğitilselerdi, ihracata yönlendirilselerdi. Belki bugün dünyada marka olmuş bir bademimiz olurdu. Yazık çok yazık, üzülmemek elde değil.

Kasımiye Medresesi ise yeniden keşfedilen ve restore edilmiş hali ile ziyaret ettiğinizde sizde hayranlık uyandırmaması mümkün değil. 700 yıllık bir tarihe sahip mükemmel bir mimari yapısıyla,nakış nakış süslenmiş,her köşesi ilim ve irfan kokan Kasımiye medresesi. Orada hem dini ilimler hem fenni ilimler icra edilmiş. Bu iki ilim birbiri ile imtizaç etmiş. Medrese duvarlarnda astronomi ve tıp bilimine ait simgeler mevcut.Artukoğulları zamanında yapımına başlanmış, Akkoyunlu hükümdarı Cihangirin oğlu Sultan Kasım tarafından tamamlanmıştır.
Rivayete göre medresenin avlusundaki havuzda akan su tasavvufi bir betimlemeyi saklıyor. Suyun akışı ile doğumdan ölüme kadar insan hayatı ve sonrası simgelenmiştir. Çeşmeden çıkan su doğumu, döküldüğü yer gençliği, ince uzun oluk olgunluğu ve suların bir havuzda toplanması ölümü temsil eder. Daha sonra bu su kanallarla toprağa aktarılır ve buda topraktan tekrar can bulur.

Sizlerinde bu güzellikleri ve daha bahsedemediğim birçok gizemlerini keşfetmeniz için bir gün yolunuzun Mardin’e düşmesini temenni ederim.

Bir Cevap Yazın

Required fields are marked *.