Selahattin Esim

Selahattin Esim

Yoksulluk ve insanlık üzerine birkaç söz…

| 0 comments

Dünyada son çıkan krizle birlikte vahşi kapitalizmin çöküşü ve tüm dünyada yoksulluğun önlenemez yükselişi bize ileriye yönelik olumsuz işaretler veriyor. Arap ülkelerindeki diktatörlerin çöküşlerini kötü yönetimlerine, o ülkelerdeki yoksulluğa ve yolsuzluklara değilde dış güçlere bağlayan uzmanları televizyonda seyrettikçe insan şaşırmaktan kendini alıkoyamıyor ve gerçek ilim sahiplerinin neden ekranlardan uzak durduğunu anlıyor. Ülkelerini iyi yönetselerdi, demokrat olsalardı ve milyar dolarlar olduğu söylenen servetlerini yoksullarla paylaşsalardı hangi dış güç orada etken olabilirdi acaba? Şimdi o milyar dolarları kasalarında tuttukları ülkeler o paralara el koyunca kime ne faydası olacak, kendi insanlarından kaçırdıkları servetleri yanlış ellere geçmiş olmayacakmı, neyi kimden kaçırdıklarını acaba anlamış olup nedamet hissi duyacaklarmı? Medeniyetin son seviyesi insanın benliğinde olan bencillik ejderhasıdır ve bu devreye girdiğinde insan insanlıktan çıkıp çok değişik bir kişiliğe acımasız, sadece kendini düşünen bir ruh haline bürünür.

Geçenlerde bir belgeselde Titanic faciası en ufak detaylarına kadar incelenirken çok enteresan bir durum ortaya çıkıyordu. Kaptan erken davranarak cankurtaran filikalarını 1. Sınıfta yolculuk yapan yolcularla yarı dolu halde denize indirmiş ve 3. Sınıfta aşağı kompartımanlarda seyahat eden tahmini 1500 kişi olduğu söylenen yolcular güverteye çıkana kadar binecekleri filika kalmamıştı. Titanic denize gömüldüğünde etrafa saçılan yolcuları yarı dolu olan filikalardaki yolcular kurtarma teşebbüsünde dahi bulunmamışlardı. Titanic gerçekten insanlık yönündende bir facianın yaşandığı unutulması zor bir dramdı, belgeselde teknik sorunların sebeplerine değinilirken işin insani boyutunada gönderme yapılıyordu.

Son olarak Sayın Cumhurbaşkanımızla gittiğimiz Yemen’den birkaç somut örnek vererek Arap Baharı diye adlandırılan sürecin ne kadar vahim olduğunu anlatmaya çalışayım. Bizi sarayda ağırlayan ve inanılmaz bir israfla her masaya birkaç kuzu koyduran yönetimin dışarıda sokakta gördüğümüz yoksulluk içinde yüzen fakir ve çelimsiz insanlara hiçbirşey vermediğini görünce gerçekten çok üzülmüştük. Önümüze gelen yemekler kursağımızdan düğümlenerek geçmişti. Bir avuç iktidar yanlısı grubun zenginlik içinde yüzdüğü ülkede insanlar öğleden sonra gat denilen bitkinin yapraklarını çiğneyerek zihinsel olarak kendilerini sorunlarından uzaklaştıran bir yalancı dünyaya geçiş yapıyorlardı. Yoksulluk ve yolsuzluk, tökezleyen ekonomi ve işsizlik – bunların hepsi birbiriyle ilişkili. Ve bir şekilde, gatla da ilişkili. Öğleye kadar olmadık sorunlar çıkarmaya hazır olan Yemenli öğleden sonra gatın etkisiyle dükkanını soysanız aldırmayacak hale geliyordu. Ülkesindeki doğalgaz ve petrol yataklarının gelirlerinin nereye harcandığını sorgulamıyordu. Gat hem açlığı bastırıyor ve hemde insanın kendini mutlu hissetmesini sağlıyor. Yüzlerce km civarında muhteşem bir sahile sahip ülkede yoksulluk had safhada olduğundan dolayı emniyet sağlanamadığından turizm yapılamıyordu. inanılmaz bir istihdam sağlayacak bu sektöre ait birkaç otel dışında yatırım olmadığını duymak gayet üzücü. Balık yönünden çok zengin kaynaklara sahip ülkede buda yeterince değerlendirilemiyor, tadı ile meşhur muz ağaçları kesilerek yerine daha çok su isteyen gat bitkisi ekiliyordu. Şimdi yoksulluğun had safhada olduğu bu ülkeyi iyi yönetemeyen, yabancı sermayeyi yatırım için çekemeyen yöneticiler hangi dış güçlerin komplosundan bahsediyorlar, bunu anlamak mümkün değil. Devletin gelirleri bir grubun daha zengin olmasına değilde halkın refahına harcansaydı, bu insanlar bu kadar gat bitkisine gereksiz para harcayıp kendilerini uyuştururarak toplumsal verimliliğin sıfıra düşmesine neden olurlarmıydı? Üstelik bunların hepsi ne yazıkki dini İslam olan bir ülkede oluyor. Bu ülkelerdeki yöneticilerin daha fazla güç, daha fazla otorite, sınırsız yetki istemesi ve zamanla acımasız diktatörlere dönüşüp kendi halkına eziyet etmesini İslam dinimi emrediyor yoksa kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim’de bununla ilgili bir ayetmi var? Bizim dinimiz paylaşmayı emretmiyormu? Mütevazi olun,elinize güç geçince kibirlenip böbürlenmeyin, insanlara adil davranın demiyormu?

Müslümanların eşiği elindeki gücü ve zenginliği yoksul insanlarla paylaşması ve böylece toplum içindeki dengesizliklerin yok edilmesine katkıda bulunmaktır, insanların mutlu olmasına çalışmaktır o hazzı tatmaktır. Güç eline geçinceye kadar şikayet ettiği haksızlıkları, kendisi güce erişince başkasına uygulamamaktır. Çünkü o güç size verdildiği gibi İlahi Kudret onu geri almasınıda bilir. Güçsüz olunca demokrasi havarisi kesilip, güce ulaşınca otoriter diktatör kesilen ve halkın isteklerini dışa vurmak için düzenlediği gösterilere dahi tahammül etmeyip kendi insanlarına kurşun sıktıran acımasız liderler hangi demokratik düzenden bahsedebilirler. Bill Gates gibi inanılmaz servet sahibi bir insan kurmuş olduğu Vakıf ile milyar dolarları yoksul insanlara yönelik projelere harcıyabiliyorsa aslında insanın hangi dine mensup olursa olsun zenginliğini belli bir seviyeden sonra paylaşınca ancak mutlu olabildiğine önemli bir işarettir.

Ülkemizde 8.9 milyon insan engellidir ve bunların çoğu yoksulluk sınırındadır. Yaklaşık 1 milyon insanda Yeşilkart sahibidir. Bu insanlara yönelik neler yapıyoruz, onları bulundukları konumdan çıkarmak için hangi çabaları gösteriyoruz, hangi mikro ekonomik modeller üzerinde çalışıyoruz diye kendi kendimize sorgulamamız lazım. Gerçi devlet son yıllarda bugüne kadar hiç görülmemiş bazı hamleler yapıyor ama bunlarda bürokratlar tarafından bilinçsizce heba ediliyor.

Hangimiz gerçekten muhtaç bir insanı ziyaret edip onlara dokunabiliyoruz, onların nasıl yaşadıklarını, duygularını hissedebilecek kadar yakın olabiliyoruz. Aslına bakarsanız saraylarımızdan ayrılıp onları görmek ve rahatsız olmak istemiyoruz. Yardımları SMS ile gönderip onlarla yüzleşmek ve çektikleri ıstıraplara muhatap olmak istemiyoruz. Öksüz kalmış torunu ile babasından kalan 200 TL tutarındaki bağkur emekli maaşı ile Yedikule’de bir evin en altında insanlık dışı bir mekanda yaşayan teyzeyi unutamıyorum. Torununa almak istediği bir yardım için 7 karakol gezdiğini ve sonunda bürokrasi karşısında pes ederek vazgeçtiğini duyduğumuzda kahrolmuştuk. Bizim birkaç dostumuzu bir restoranda ağırladığımızda harcadığımız para ile bu insanlar bir ay geçimlerini sağlamak zorunda kalıyorlardı. Kendilerine yapmak istediğimiz ufak yardımı ise utanarak ve mahçup bir şekilde kabul etmelerini unutmam mümkün değil. Evet bu insanlar yollara düşüp muhtaç olduklarını söylemeyecek ve insanlardan yardım talep edemeyecek kadarda mütevazi ve haya sahibi idiler.
Bizler ise bu güzel insanların bir karakoldaki ifadelerini kabul etmeyip onlardan bir sürü evrakla birlikte devletin 7 karakolunu gezdirecek kadar acımasız bir sistemle onları yüzyüze getirmiştik. Birisinin yaptığı sahtekarlığı tüm insanlara mal edip, herkesi yalancı gören bir sistem kurmayı ne kadarda çabuk beceriyoruz. Halbuki büyük devletler vatandaşlarının dürüst olduğundan yola çıkıp, yanlış yapanı ağır bir şekilde cezalandırırlar ve dürüst, namuslu insanların beyanlarına güvenirler. Koyulan kuralları kötü niyetli kişilerin ne olursa olsun bir fırsatını bulup deleceğini fakat dürüst insanların bu tür şeyleri denemeyi bile akıllarına getiremeyeceklerini bilirler. Belediyeler kaldırıma araba park edilmesin diye 30 cm yüksekliğinde kaldırım yapıp miyonlarca engelliyi cezalandırma becerisini gösterebiliyor. Halbuki o kaldırıma park edenin ağır bir ceza ile karşı karşıya kalması gerekir, engelli gariban insanların değil. Okullarda engellilere ait sınıfları 5. Katta açmak yerine zemin katta açsak ne olur, bu insanların hayır duasını alırsınız onları mutlu edersiniz. Bürokratlarımızın insanları mutlu etmek gibi bir çabaları olmadığı gibi onlara 5. Katta sınıf açmayı bile büyük bir lütuf olarak görmeleri doğal bir yaklaşım gibi görülür, zaten sorunda buradadır. Siyasi iradenin yapmak istediği her güzellik tırpanlanıp eziyete dönüştürülür, bu konuda inanılmaz bir maharete sahip olduğumuz yadsınamaz.

Dedelerimiz her akşam sofraya tanımadığımız insanları sokaktan toplayıp getirir ve aşlarını bu insanlarla paylaşırlardı. Çocuk aklımızla belkide anlam veremediğimiz bu yüce davranışın o eve mutluluk ve bereket getirdiğini yıllar sonra anlayacaktık.

Şimdi yaklaştığımız Ramazan ayında 5 yıldızlı otellerde STK’lar,Partiler,Şirketler iftarlar verecekler, keşke bunların yerine dedelerimizin yaptığı topluma huzur ve bereket çağrıştıran o muhteşem insani yaklaşıma benzer iftarlar düzenlense . Gerçekten ihtiyaç sahibi insanlarla birlikte daha mütevazi bir ortamda iftar yemekleri düzenlenip omuz omuza o mutluluk tadılsa daha iyi olmazmı? Balkanlardan Orta Doğuya kadar imaret ve Vakıf kültürünü 600 yıl yaşatmış Osmanlı’lara ait yol üzerindeki kervansaraylarda gelen kişi kim olursa olsun pide,bal ve kaymaktan oluşan karşılama sofrası ile karşılanır ve 3 gün boyunca karnı doyurulduktan sonra tekrar bal,kaymak ve pideden oluşan sofra ile nazikçe gitme vaktinin geldiği insanlara hatırlatılmış olurdu. Biz de bu anlayışa sahip olmak istediğimiz için ramazan ayında kuş sütünün eksik olmadığı iftar sofraları yerine bir gün 600 gerçekten yoksul insana iftarlık yemek veren bir aşevinde iftar düzenleyeceğiz, gelmek lütfunda bulunan dostlarımızıda bu mütevazi mekanda ağırlayacağız.

Bir Cevap Yazın

Required fields are marked *.