Selahattin Esim

Selahattin Esim

Etik Değerler ve İş Ahlakı üzerine

| 0 comments

İş Ahlakı hakkında sorulan sorulara insanların genelde davrandıkları gibi değilde olmak istedikleri gibi cevap verdiklerini bu konu üzerinde araştırma yapanlar çok iyi bilir. Aslında insanın özünde hep doğru olanı yapma özlemi yattığını fakat bir şekilde buna uyamadığını gösterir bu durum. Olmadık fikirleri kulağına fısıldayan şeytan devreye girerek hep onu güzelliklerden alıkoyar, tamiri mümkün olmayan bir yanlış yaptırmayı eninde sonunda becerir. Çünkü onunda ISO9001 sertifikası vardır, işin ilmini ve hilmini çok iyi bilir. En akıllı ve dürüst insanları bile ağına düşürür. Yazar Gene F. Ostrom “ Why Smart People do Stupid Things” adlı kitabında tüm dünyanın tanıdığı lider konumundaki akıllı insanların dahi nasıl büyük aptallıklar yapabildiğini kitabında çok güzel anlatıyor,okumanızı tavsiye ederim.

Günümüzde çoğu kimse etik olmayan davranışların iş ahlakı ile bağdaşmadığını irdelemek ihtiyacı bile hissetmiyor veya düşünemiyor. Kendisine verilen kurum aracını ailece kullanan bürokratların varlığından hepimiz haberdarız. Geliri yüksek Belediyelerde eskiden sadece üst düzey müdürlere şoförlü araç tahsis edilirken bunun artık şefler mertebesine inmesi acaba neyin belirtisi? Şirket aracına takılan lastikleri kısa bir süre kullanıp sonra uygun bir fiyata başka birisine satıp şirket aracına eski lastik taktırarak aradaki farkı cebine indiren insanların olduğunu acaba hiç düşünebilirmisiniz? Bir insan nasıl çalıştığı ekmek kapısına karşı bu kadar kurnaz ve hilekar olabilir düşünmek bile insanın moralini bozuyor. Bize sürekli işyerlerinde yapılan hileler ile ilgili seminer mailleri geliyor, demekki buda bir sektör haline gelmiş durumda. Hilekarlık ve avantacılık kolkola girmiş insanları önüne katmış koşturarak gidiyor.

Futbolda şike olayları ortaya çıkınca lağım patladı ve her tarafı pis kokular kapladı. Ülke bundan nasıl zarar görecek herkes tahmin edebiliyor. Aslında bunun altında hakkına rıza göstermemek yatıyor, daha fazla kazanmak hırsı yatıyor. Günümüzde dindar olanlarda dahil insanlarımızda sıdk ve vefa duyguları en alt düzeye doğru düşüş gösterme eğiliminde. Sıdkı sıyrılmış insanlar her şeyi yapmaya muktedir oluyorlar.

Hollanda’da AMRO Bank Bilgi İşlem Merkezinde çalışırken gitmiş olduğum bir eğitimde yapmış olduğum harcamaları beyan etmiştim. Nasıl olduysa yaptığım beyanlarda 0,25 centlik(kuruş) bir fazla beyan bulunup bunun hakkında bana yazılı bildirim yapmışlar ve bu meblağı keserek bana ödeme yapmışlardı. Yazmış oldukları mektup ve kontrol işlemleri için harcanan para belki beyandaki farkın çok çok üstünde olmasına rağmen kurallar uygulanıp sisteme uyularak gereken neyse o yapılmıştı. Burada önemli olan ufak meblağ değil harcırahta beyan edilmesi gereken meblağın aşılmasıydı. Ülkemizde bu meblağ için bu uygulama yapılsa çalışanların nasıl bir tepki koyacağını tahmin edelim:
– Bu kadar para için insana uyarı mektubu yazılırmı?
– Bu şirket kuruşların peşindemi koşuyor?
– Benim kazandırdığım paranın yanında bu meblağın adı bile anılmaz.
– Bu kadar paranın hesabı sorulurmu, ayıp ayıp!!

Halbuki Avrupa’nın ahlaki sistemi hep cezalar ile ayakta tutulur. Geçmişte çok ağır cezalar verilerek insanların kurulu düzene uygun hareket etmeleri sağlanmıştır. Vergi sistemi en ufak yanlış beyanı dahi kontrol edecek şekilde kurulmuştur. Almanya’da her vatandaş bir polistir. Trafikte bir yanlış sollama yaptığınızda 30 km sonra polis sizi durdurduğunda şaşırırsınız, sizi arkanızdan gelen vatandaş polise ihbar etmiştir. Sistemin kontrol altında tutulmasına vatandaş yardımcı olur. Ekosistem dürüst ve kurallara uyan insanlar üzerine kurulduğundan uymayan hemen kendini ele verir. Zaten büyük devletler kanunları vatandaşların dürüst olmadıkları üzerine kurgulamazlar. Koyulan kanunlara aykırı riayet edenleri şiddetle cezalandırırlar. Yolsuzluk, hilekarlık yapacak ve buna uygun fikir üretecek insanların sayısı her zaman bu kanunları ortaya çıkaran komisyondaki insanların sayısından fazla olma ihtimali çok yüksektir. Bu dengesizlik ancak dürüst davranmayanı cezalandırmak ile mümkündür, dürüst insanları cezalandırarak değil.

Bir gün yurtdışından dönerken Atatürk havalimanından arabamı aldıktan sonra çıkıştaki eski kavşakta trafik ışığından geçtikten sonra aradaki diğer trafik ışığını fark etmeyerek kırmızı ışıkta geçtiğim için polis biraz ileride beni durdurmuş ve ceza kesileceğini belirtmişti. Arabada oturan komisere cezam neyse ödemek istediğimi söylediğimde gösterdiği tepkiyi hiç unutamıyorum. Anladığım kadarı ile bugüne kadar çok az gördüğü bir yaklaşımla karşı karşıya kalmıştı. Cezayı lütfen kesin zaten yorgunum biran önce evime ulaşmak istiyorum dememe rağmen bana daha birçok soru sorarak beni tanımak istemesi işlemleri 15 dakika uzatmıştı, nereli olduğumu bile sormuştu(böylece ondan memleketimin insanını metheden sözler işitmiştim). Çok az gördüğü bu insan tipi ile sohbet etmekten zevk aldığını hissetmiştim bana gizli bir saygı duyduğunu sorularından anlamıştım. Aslında benim yaptığım sıradışı bir şey yoktu, cezamı kabullenmiş ve ödemek istemiştim her normal vatandaş gibi.

Maalesef üzülerek söylüyorum eğitim sistemi etik değerlere sahip insanlar yetiştirmiyor. Okullarda öğretilen Din Kültürü ve Ahlak dersleri içerik açısından çocukların ilgisini çekecek düzeyde değil. Daha ilk okulda arkadaşlarının malzemeleri ile yıl içinde okulu bitiren avantacı çocuklar yetiştiriyoruz. Kendisine ait olmayan kalemle eve gelen çocuğa bunu nerden aldığını sormuyoruz veya sormak ihtiyacını hissetmiyoruz. Kırmızı ışıkta geçtikten sonra arabada arkada oturan çocuklarımızın önünde polise rüşvet teklif ediyoruz. Halbuki ağaç yaşken eğilir diyen biziz. O çocukta toplumda suç işlediği zaman para ile kurtulma şansının olduğunu öğrendikten sonra artık hangi okulu bitirirse bitirsin, eğitimi ne kadar iyi olursa olsun etik değerlere sahip olup kurallara uymakta hassas davranırmı sizce?

Bakın Fransa’da 1960’lı yılların sonlarında ortadan kalkan ahlak dersleri ilkokullara geri dönüyor. Fransız Milli Eğitim Bakanlığı, “özdeyişler aracılığıyla ahlak öğretimi” uygulamasına 2011-2012 öğretim yılından itibaren yeniden başlamak istiyor. Bakanlık konu hakkında öğretmenlere gönderdiği genelgede, “beraber düşünmek, yaşamak ve çalışmayı sağlayan ortak referansların yeni kuşaklara aktarımı konusunda okulun kaçınılmaz yükümlülüğüne” vurgu yapılıyor ve öğretmenlerden çocuklara her gün bir özdeyişi açıklamaları isteniyor. Bakanlığın bu konuda öğretmenler için bir “özdeyişler kitabı” hazırlamakta olduğu da belirtiliyor. Fransız İlkokul Öğretmenleri Sendikası (SNUIPP) ise öğrencilere özdeyiş ezberletilmesi yerine, “başkalarına saygı” ve “iyi ve kötü” kavramlarının tartışılmasını öneriyor. Ayrıca disiplin cezalarıda tekrar uygulamaya alınıyor. Şimdi Fransa’ya bu kararı aldıran faktörün ne olduğunu tahmin etmekte zorlanmamanız gerekir. Ülkede insanlığın bitme noktasına gelindiğinin, şiddetin, tecavüzlerin,dolandırıcılığın artmakta olduğunun belirtilerinden sonra alınan bir önlemdir bu.

Avanta kelimesi argo bir söz olup havadan ve karşılıksız zahmetsiz kazanç anlamına geliyor. Askerliğimi yaparken yirmi yaşında ve ilk okul mezunu olan bazı erlerin avanta konusunda nasıl keskin bir zekaya sahip olduklarını sergileyen bir olay yaşamıştım. Bedelli askerliğimizi yaparken bizi sözde akşam çay içmeye davet eden erlerin sohbetin bir yerinde hasta anneleri için paraya ihtiyaçlarını olduklarını belirtip gözyaşı dökmeleri bir anda masaya euroların, dolarların atılmasına sebep olmuştu. Kısa bir süre sonra tugayda bu ekibin sürekli olarak aynı tezgahı ortaya koyarak iyiliksever insanları kandırdığı ve banka hesaplarında yüklü bir para ele geçirildiği haberi bomba gibi patlamıştı. Bu genç yaştaki çoğu ilkokul mezunu erler yurtdışında yaşayan mühendis,doktor,iş adamından oluşan ve onlardan çok daha zeki olması gereken insanları basit bir düzenekle kandırmayı nasıl düşünebiliyorlardı , avantacılık konusunda nasıl böyle uzmanlaşmışlardı , nasıl böyle kurnaz olabiliyorlardı , uzmanlaşmış avantacılık konusunda bu eğitimi nerede almışlardı, anne babaları onlara böylemi terbiye vermişlerdi bence gerçekten araştırılması gereken bir sosyal travma konusuydu. Düşük gelirli olup aç olduğu halde insan içine çıkmaya veya el açmaya dahi utanan insanlar insan değilmi? Onlar neden çalamıyorlar veya bu tür işleri yapmaya haya ediyorlar.

Zaman tüneline girip biraz geriye yolculuk yapalım. Türklerin kurduğu şimdiki zamanda Esnaf Derneği olarak tanımlayabileceğimiz Ahilik teşkilatında yetişen esnaflara ustalık mertebesine ulaştığında peştamal kuşanma merasimi yapılırdı. Merasim başlarken usta olacak kalfanın yaptığı işler lonca heyetine arz olunurdu. Heyet eserleri tahkik eder, bir atlas torba içine koyup mühürlerdi. Sonra usta namzedi merasim mahalline doğru yürür, selam verir, yaş ve kıdem sırasına göre el öper, hayır dua alırdı. Sonra ölünceye kadar mesleğinde şeref ve namusla çalışacağına dair Kur’an-ı Kerim üzerine yemin ederdi. Müteakiben yiğitbaşı torbayı açarak usta namzedinin yapmış olduğu işleri gösterir. Kâhya elini öpen usta namzedinin omzuna elini koyarak; “sabun ol, hamur ol, mütevekkil ol, haram yeme, haram içme, el ve eteğini temiz tut, koymadığın mala el uzatma, gördüğün iyiliği unutma, sana fenalık edeni affet, yürü Allah desteğin ola…” derdi. Sonra sıra kökü Ahi teşkilatına dayanan şed (kuşak) bağlama işine gelirdi. Usta peştamalı kâhyaya verir, o da genç ustanın beline bağlar ve yavaş sesle kulağına sanatın esrarını söyler, tekrar el öpülürdü. O sırada yiğitbaşı “İlk siftah uğruna aşk ola” diye bağırarak yeni ustanın yapmış olduğu eserleri mezat usulü ile satmaya başlardı. Mezat sonu toplanan paralar yeni ustanın açacağı dükkânın ilk sermayesi olurdu.

Ahilere altı esas telkin edilirdi. 1.Elini açık tut, 2.Sofranı açık tut, 3. Kapını açık tut, 4. Gözünü bağlı tut, 5. Dilini bağlı tut, 6. Belini bağlı tut.

Ahiler bozuk, sakat malı katiyyen satmazlar, satanlar ise meslekten men edilirdi. Kendi aralarında bir oto- kontrol sistemi vardı. Narhları belli idi. Yüksek fiyata mal satamazlardı. Ahiler, sabah alışverişe başlamadan, dükkânını “besmele” ile açarlardı. Dükkân müstakil olmayıp Bedesten veya arasta içinde ise, mesela; Edirne’de Selimiye Arasta’sındaki dua kubbesi altında, dükkân sahipleri her sabah dua ve doğru iş yapıp kimseyi aldatmayacaklarına dair yemin ederlerdi. Yine İstanbul Kapalı Çarşı’sındaki yeni Bedestenin her sabah açılışında, Duacı Efendi, esnafı etrafına toplayarak duadan sonra “Ey cemaat-ı Müslimin, tavcılık yapılmayacak, kefilsiz mal satılmayacak, mal kapatılmayacak…” şeklinde nasihat ederdi. Ahilerin bu davranışlarında İslam dinini referans olarak bulmakta zorlanmazsınız. Peygamber Efendimizden aktarılan bir hadiste “Ben, güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” demesi çok anlamlıdır. Demekki din insanın güzel ahlak kazanmasında çok önemli bir köşebaşını tutuyor bunu yok sayamayız. Hz. Peygamber, sözleri, fiilleri ve tasvipleriyle İslâmî hükümleri pratik hayata aktarmış, müslümanlar için canlı bir model olmuştur. O’nun hayatı bütünüyle iyi bilindiği ve müslümanların yaşayışına aktarıldığı ölçüde İslâmiyet ferdî ve sosyal hayatta müsbet etkisini göstermiştir..

Gelelim şimdi günümüze ve özellikle semt pazarlarında iki ürünü karıştıran, sattığı ürünleri tezgaha dizerken ustalıkla çürükleri saklamasını beceren(ürünleri üçlü olarak kese kağıdına atan esnafı bilirsiniz,birisi muhakkak çürüktür veya taze değildir), ürün Yalova bezelyesi olmadığı halde Antalya’dan gelen malın üzerine bu etiketi koyan esnaflarla karşılaştığınız muhakkak olmuştur. Haziran ayında Antalya’da yetişen domatesi Çanakkale ürünü diye satan esnafa o yörenin domatesinin ancak eylül ayında tarlalardan toplandığını hatırlattığınızda “ Abi sen işi biliyorsun “ diye pişkince cevap verir, onun için bu bir satış hilesidir. Ufak yaşta babamların ürettiği iki aynı ürünün bir tanesini yerli malı olarak tanıtıp diğerini avrupa malı diye yaşlı bir teyzeye on kat fazlasına satan esnafa şahit olduğumda şaşkınlıktan o yaşta içimde müşteriye karşı büyük bir haksızlık yapıldığı hissi uyanmış ve çok üzülmüştüm. Halbuki ikiside yerli malıydı ,aynı üreticiye aitti ve çok üstün kaliteye sahipti. Satıcı burada müşterinin kafasındaki yerli malı kaliteli değildir ön yargısını kullanmayı şeytanca beceriyor ve babamların sattığı fiyatın neredeyse 20 katına ürünü satarak inanılmaz bir kazanç elde ediyor ve bunu ne yazıkki bir maharet olarak görüyordu.

Japonya’da çalışırken bu ülke insanı hakkında bende hayranlık uyandıran olaylarla karşılaşmıştım. Bir gün dükkandan alışveriş ettikten sonra 5 kuruş değerinde para üstünü almayıp bırakmış ve dükkandan çıkmıştım. Dükkandan 20 metre kadar uzaklaştıktan sonra arkamdan koşan bir Japon’un takunya seslerini duyar gibi olup döndüğümde biraz önce alışveriş yaptığım dükkandaki kasiyerin bana doğru koştuğunu gördüm. Heyecanla yanıma yaklaşıp önümde saygıyla eğilip bana elindeki 5 kuruşu uzatıyor ve kasada unuttuğumu söylüyordu. Bu asil davranış karşısında Japon insanına olan saygım bir kat daha artmıştı. Hakkı olmayan 5 kuruşu sahibine iade etmenin huzuru ile yanımdan ayrıldığında ben bambaşka bir dünyada düşünceye dalmıştım.

Aslında insanı mutlu eden davranış biçimini referans olarak ortaya koyan anlayış muhakkak uzun vadede büyük felaketler yaşandıktan sonra geri gelecektir diye düşünüyorum. İnsanlığın gidişatı iyiye doğru değil. Mülkün sahibi elbet birgün duruma müdahele edecektir. İnsanlık tarihinde toplumlardaki her kötü gidişattan ve ahlakın bozulmasından sonra Allah’ın elçilerini göndererek insanlara mesajlarını iletmesi başka nasıl açıklanabilirki. Aslında insanımızın özünde dürüst olduğunu, yalandan hoşlanmadığını biliyoruz. Belki yaşam şartları veya içlerinde bulundukları ortamlar onları hiç istemedikleri halde böyle davranmaya zorluyor, önlerinde doğru bir rol modeli bulunmuyor.

Eğer etik değerlere toplum içinde sahip çıkmazsak:

1. Toplum Kirlenir
2. Yolsuzluklar Giderek Artar
3. Haksız Rekabet Çoğalır
4. Kaynaklar Verimsiz Kullanılır
5. Yatırımlar Daha Pahalı Olur
6. Giderler Gereksiz Artar

Uluslararası şeffaflık örgütünün her yıl hazırladığı ülkelerin yolsuzluk indeksinde Türkiye 56. sırada yer alıyor.

http://www.transparency.org/policy_research/surveys_indices/cpi/2010/results

2002 yılında bu listede 64. sırada yer alan ülkemizde 8 yılda bir nebze olsun olumlu ilerleme var ama daha yapılacak çok iş var gibi. Bu arada açlıkla savaşan Somali’nin bu listede en sonda yani 178. sırada yer alması bu ülkenin nasıl yönetildiği hakkında bir ipucu vermiyormu??

Bir Cevap Yazın

Required fields are marked *.